Tuesday, May 17, 2016

Leonard Cohen - Sound Of Silence



Hello darkness, my old friend
I've come to talk with you again
Because a vision softly creeping
Left its seeds while I was sleeping
And the vision that was planted in my brain
Still remains
Within the sound of silence

In restless dreams I walked alone
Narrow streets of cobblestone
'Neath the halo of a street lamp
I turned my collar to the cold and damp
When my eyes were stabbed by the flash of a neon light
That split the night
And touched the sound of silence

And in the naked light I saw
Ten thousand people, maybe more
People talking without speaking
People hearing without listening
People writing songs that voices never share
And no one dared
Disturb the sound of silence

"Fools" said I
"You do not know, silence like a cancer grows
Hear my words that I might teach you
Take my arms that I might reach you"
But my words like silent raindrops fell
And echoed
In the wells of silence


Leonard Cohen - Who by fire




And who in her lonely slip, who by barbiturate,
Who in these realms of love, who by something blunt, And who by avalanche, who by powder, Who for his greed, who for his hunger, And who shall I say is calling? And who by brave assent, who by accident, Who in solitude, who in this mirror, Who by his lady's command, who by his own hand, Who in mortal chains, who in power, And who shall I say is calling?

Saturday, May 14, 2016

Tom Waits, Paslı Bir Bıçak

TOM WAITS
Yazımıza zihinlerde Tom Waits’in sesini en iyi anlatan tanımlardan birinin sahibi olan eleştirmen Daniel Durchholz’un sözlerini elimizden geldiğince çevirmeye çalışarak başlayalım “Önce bir fıçı burbona daldırıp , 3-5 ay tütsülenmeye bırakıldıktan sonra, sokağa atılıp üzerinden arabayla geçilmiş gibi“ (“like it was soaked in a vat of bourbon, left hanging in the smokehouse for a few months, and then taken outside and run over with a car”)
Bense Tom Waits’i paslı bir bıçağa benzetirim.. İnsanın içine girmesi de zordur, girdikten sonra çıkması da…
Tom Waits’in kendine has sesine eşlik eden müziği ve sözlerine gelince, belirli bir sınıfa sokmaktansa kışkırtıcı ve hatta saldırgan özellikleri ile sesi kadar olmasa da kendine özgü bir tarz demek çok yanlış olmaz. İlle de bir sınıfa sokmak isterseniz ben bu müziği “arızalı bir blues” olarak tanımlamayı seviyorum.
Çünkü içinde neredeyse troubadour müziğinden vaudeville müziğine, klasik blues’dan jazz’a, rock’a hatta (hadi biraz abartalım) bazen rap müziğe kadar her türden bir şeyler var.
Şarkılarında sokakların en dibinden bir çok portreye rastlayabilirsiniz. Bir anlamda şarkıların Bukowski’sidir o. Şarkı söylemektense bir hikayeyi anlatmayı tercih eder, bazen kaotik bir ritme uyarak bazen o kaotik ritmi daha da allak bullak ederek bazense sadece konuşarak.. Yarattığı karakterler inanılmaz olduğu kadar aynı zaman da üç boyutludur. Şarkı sözlerinin içine elinizi uzatıp alasınız gelir.
Şarkılarında düz çizgileri ne sever ne de öyle bir yolu takip eder. Kullanılmaya kullanılmaya unutulmuş yolların, dar ve düzensiz arka sokakların şarkılarını söyler bizlere..
1949 yılında öğretmen bir anne babanın çocuğu olarak California Pomona’da doğan sanatçı, 16 yaşında anne ve babasının boşanması sonrasında, annesiyle Meksika sınırına yakın San Diego, National City’ye taşınır. Burada bir komşularının piyanosunda kendi kendine piyano çalmayı öğrenen Tom Waits müziğe ilgisinin babasıyla sık sık yaptığı Meksika seyahatlerinde radyoda dinlediği ranchera müziği sayesinde başladığını söyler. 1965 yılında daha öğrenci iken System adlı bir R&B (R&B derken bugün kullanılan anlamda ve tanınmaz hale gelen ve dinleyenlerin bir çoğunun açılımının Rhythm & Blues olduğunu dahi bilmediği şekli değil tabii ki) grubunda çalmaya başlayan Tom Waits 70′li yıllara geldiğinde 1960’ların müziğinin kendisine göre olmadığını “keşfederek “her tür” müzisyen ve sanatçının sahne aldığı Heritage Club isimli bir kulüpte kapı görevlisi olarak çalışmaya başlar.
TOM WAITS
O dönemde Frank Sinatra, Bob Dylan, Lord Buckley, Louis Armstrong, Howlin’ Wolf, Hoagy Carmichael, Marty Robbins, Stephen Foster gibi müzik insanlarına ve Jack Kerouac, Raymond Chandler gibi edebiyatçılara ilgi duyan Tom Waits kendine özgü tarzını geliştirmeye başlar. Müzik ve monologların iç içe geçtiği bu tarz en başından bugüne Tom Waits’in her dönemine damgasını vurmuştur.
Askerlik sonrası kendi tarzıyla ilk performanslarını Troubadour isimli bir gece kulübünde sergilemeye başlar. Daha sonraları, o dönemde müzik yaşantısını Eagles’dan Glenn Frey, politik şarkılarıyla öne çıkan Jackson Brown , J.D. Souther olarak tanınan country müzik sanatçısı ve besteci John David Souther ve çağımızın en kendine özgü müzisyenlerinden Frank Zappa‘nın şekillendirdiği Los Angeles’a taşınır. Daha 21 yaşındayken Frank Zappa’nın prodüktörü Herb Cohen ile anlaşma imzalar. Herb Cohen‘le yaptığı çalışmalar tam 20 yıl sonra 1991 de The Early Years, Volume One ve Volume Two olarak yayınlanacaktır.
Tom Waits’in ilk dönemlerinden itibaren öne çıkan bir başka özelliği daima küçük plak şirketleri ile çalışmayı tercih etmesi olmuştur. Herb Cohen’in Bizarre Straight’inden sonra Asylum plak şirketine geçen sanatçı folk ve jazz’ın etkilerinin ağır bastığı Closing Time albümünü çıkarır Bu albüm iyi eleştiriler alsa da ancak ikinci albümü olan The Heart of Saturday Night albümü onun sadık dinleyici kitlesinin temellerini atar.
Bu albümlerden sonra yaşam şeklini oldukça etkileyecek olan turne dönemi başlayacaktır . Frank Zappa, Charlie Rich, Martha and Vandellas gibi gruplardan önce sahne aldığı bir çok turneye çıkan Tom Waits turnelerin getirdiği yorgunluk ve otellerde yaşamanın getirdiği depresif ruh hali onu alkolizmin sınırlarına getirir.
Bu dönemde yaptığı Nighthawks at the Dinner ve Small Change albümleri en pesimist ve alaycı şarkılarını barındırır. Jazz etkisinin ağır bastığı bu albümleri Foreign Affairs izler. Daha rafine orkestrasyonlara sahip olan bu albümden sonra çıkardığı Blue Valentine albümü ile yavaş yavaş düzenlemelerdeki yaylılar gibi “fazlalıklardan” sıyrılmaya başlar. Blue Valentine albümünde sadece (bence en güzel yorumlardan biridir) West Side Story’den Somewhere şarkısında yaylılara yer verir.
Bu dönemde Sylvester Stallone’nin ilk yönetmenlik denemesi olan Paradise Alley isimli bir filmde ilk rolünü alır ve filmin soundtrack’ine besteleriyle katkıda bulunur.
Heartattack and Wine albümü ile jazzy bir sound’dan Rhythm and Blues’un daha sert ve naif formlarına geçmeye başlayan Tom Waits belki de bugünkü tarzını oluşturacak olan müziğin ilk temellerini bu albümde atar.
1970 lerde başlayan ve hayatın sillesini yemiş insanların hikayelerini, adeta o yaşam tarzını anımsatan bir sesle anlattığı şarkıları yavaş yavaş yerini daha teatral ögelerin aldığı şarkılara bırakmaya başlar, zira bu yeni dönem onun hem aktör hem besteci olarak sinema dünyasına girişinin başlangıcıdır…
Bu dönemde Francis Ford Coppola’nın One from the Heart (1982) filminde hem rol alır hem de soundtrack’ini hazırlar. Bu çalışma ona Oskar adaylığını getirir. Film çalışmaları sürerken, yaşamının ve müziğinin bu yeni evresinde çok önemli rol oynayacak oyun yazarı Kathleen Brennan ile evlenir.
1983 de yayınladığı Swordfishtrombones albümü müziğindeki gerçek kırılma noktasıdır. Bu albümle birlikte nefesliler ve vurmalılar bestelerinde deneysel ve maceracı bir yaklaşımla yer almaya başlar. Tüm bunlara bilinen kayıt tekniklerini alt üst ettiği denemeleri de eklenince ortaya o güne kadar yaptığı albümlerden bambaşka bir yapıt ortaya çıkar.
Aynı sene Francis Ford Coppola’nın Rumble Fish ve Outsiders filmlerinde yer alır. 1984 yılında yine aynı yönetmenin Cotton Club filminde rol alır. 1985 yılında eleştirmenlerce Swordfishtrombones ile birlikte 1980′lerin en iyi albümleri arasında gösterilen Rain Dogs albümünü çıkarır. 1986 yılında daha sonra bir çok çalışma yapacağı Amerikan bağımsız sinemasının en önemli yönetmenlerinden Jim Jarmusch’un Down by the law filminde rol alır. Rain Dogs’dan iki şarkısı filmin soundtrack’inde kullanılır.
Aynı sene karısı Kathleen Brennan ile yazdığı Frank’s Wild Years adındaki müzikal oyunu yazar ve önemli rollerden birini oynar.
Swordfishtrombones, Rain Dogs albümleri ve Frank’s Wild Years çalışması Tom Waits’in kariyerindeki yeni yaratıcılığının en belirgin şekilde ortaya çıktığı, kendisini anlatmaya başladığı dönemin başlangıcını temsil eder. Bu dönemde enstrümanların sesiyle oynar, kayıt teknikleriyle oynar, hatta kendi pütürlü, adeta lime lime olan sesiyle oynar, daha da öteye götürür. Bugün müziğinin önemli bir ögesi olan, hırlama gürleme karışımı adeta iç organlarından kopup gelen primal ses dokusunu keşfeder. Tom Waits. “Kendi kendini” yaratıcılığının doruğundadır.
Daha sonraki yıllarda yer aldığı filmlerin bazılarını hızla sayarsak, Ironweed , At Play in the Fields of the Lord (Hector Babenco) , Queen’s Logic (Steve Rash), Fisher King (Terry Gilliam), Night on Earth (Jim Jarmusch) gibi seçkin filmlerde gerek oyuncu gerek film müziklerinin bestecisi olarak yer alır. Bunlara ek olarak sayısız filme de çeşitli beste ve yorumlarla ile katkı sağlar.
TOM WAITS
1988 yılında konser albümü ve videosu Big Time’ı yayınlar ancak 1980′li yılları üç çok başarılı albüm (Swordfishtrombones, Rain Dogs ve Frank’s Wild Years ‘ın 1987 yılında yapılan stüdyo kaydı) belirler….
Waits bu döneminde; daha önceki dönemlerinde sadece piyano eşliğinde anlattığı hikayelerini nefesliler, garip vurmalılar, Doğu Avrupa ritmleri, Kurt Weill tarzı melodiler, tüm dünyadan ilk dönem folk müzikler, tango, rumba ve bir çok değişik tarz ve enstrüman ile anlatmaya başlar. Yeni albümlerinde denediği az bilinen enstrümanlar için yaptığı yorumu elimden geldiğince çevirerek aktarmaya çalışayım; “Eller köpekler gibidir, bildikleri ve mutlu oldukları yerlere gitmeyi severler. Parmaklarınızla çalmanın zihniniz ile çalmanın önüne geçmesine izin vermemeniz gerekir. Yoksa sadece bildiğiniz ve hoşunuza giden şarkıları çalabilirsiniz. Asla yeni bir şey keşfedemezsiniz . Ben bu alışkanlığı hakkında hiç bir şey bilmediğim waterphone (Türkçesini ne yazık ki bulamadım) veya fagot gibi enstrümanlar çalarak kırmayı öğrendim.”
1990lı yıllar Waits’in sinema, tiyatro ve müziği bir arada harmanlayarak götürdüğü yıllar olarak sınıflandırılabilir. 1990 yılında opera yönetmeni Robert Wilson ve beat kuşağının en önemli edebiyatçılarından William S. Burroughs ile birlikte Black Rider isimli eseri sahneye koyar.
1992 yılı yine çok başarılı iki çalışmayı arka arkaya getirir. Jim Jarmusch’un Night On Earth filminin soundtrack’ini ve Alternatif Müzik kategorisinde Grammy aldığı Bone Machine’i çıkarır. Bone Machine adeta Swordfishtrombones dönemine bir özlem albümü gibidir. Müzik ve ses tekrar primitif yapısına dönmüştür. Waits bu albümünde iç parçalayan ürkütücü hırıltıları ile ölüm hikayeleri anlatmaktadır. Vurmalıların oldukça ilkelleştirilmiş sesi, elektrikli enstrümanların, adeta davetsiz gelen bir ses gibi rahatsız edici ama bir tek onun müziğine uyumlu tınısıyla Tom Waits’in sadeleştirilmiş müziğe doğru yol almakta olduğunu haber verir bize … Bone Machine 1992 yılında Waits’e En iyi Alternatif Müzik Grammy’sini getirir. Sahneye konuşundan üç sene sonra 1993 yılında Black Rider’ın albümünü çıkarır.
Daha sonra 6 yıllık bir sessizlik dönemi gelir. Aslında bu boşlukları plak şirketleri çeşitli derlemeler çıkararak doldururlar her seferinde… Bu dönemde çıkan Beautiful Maladies bu tür albümlerden biridir. 1999 yılına geldiğimizde Tom Waits’in köşe taşı albümlerinden biri olan Mule Variations’ı çıkarır. Bu albümde de her albümünde yaptığı gibi bir çok tarzı bir araya getirir. İlk açılış parçası olan, ve oldukça sert bir giriş olan Big in Japan’ı dinledikten sonra gelen Low side of the road sizi bir anda son sürat giden spor arabanızdan indirip toz toprak bir yolda döküntü ama ruhen bağlı olduğunuz bir arabanın direksiyonuna oturtur…. Bu yeni çağ ozanının geçmiş dönem müziklerine methiyesi o senenin en iyi çağdaş folk Grammy’sini alarak kendini gösterir. (Bu arada son dönemde aldığı veya aday gösterildiği ünlü Grammy ödüllerinin ona bir faydası olmuş mudur , hiç tahmin etmiyorum. Zaten Tom Waits dinleyenler onu bu ödülleri alsa da almasa da muhtemelen dinleyeceklerdir.)
TOM WAITS
2000li yıllar Tom Waits’in müziğine dönüşünü simgeler. 1980lerde ağır basan teatral veya sinematografik ögeleri müziğinin içine daha fazla yerleştirerek, görsel bir duygu/efekt yaratan şarkıları yerine , müziğinin ön plana çıktığı ama dinleyenlerin muhtemelen hayal kurmadan, şarkının kahramanı veya bu kahramanı canlandıran Tom Waits ile ilgili bir imge kurmadan dinleyemediği şarkıların dönemi başlar. Belki de müziğinin geldiği noktada dinleyenlerin (hatta söylediklerinin yarısını bile anlamayanların) kuracağı imgeleri bile önceden şekillendirmeye başlamıştır artık.
2002 yılında Tom Waits, Robert Wilson ile yaptığı iki çalışmanın albümlerini çıkarır. Danimarka’da 2000 yılında en iyi oyun ödülünü alan ve Georg Büchner’in Woyzeck adlı eserinin Wilson tarafından yorumlanışı olan Blood Money ve Robert Wilson’ın kendi yazıp sahnelediği Alice…
2004 yılında Real Gone çıkar. Hayatında ilk defa bir albümünde tuşlu çalgılara yer vermez. Bu albümündeki tarza “Cubist Funk” adını verecektir. Rock, Groove, Latin, Beatboxing hepsi bir araya gelmiştir. Kısacası esmiştir yine bir yerlerden ..
2006 yılı sonunda, aslında başlı başına incelenebilecek Orphans (Brawlers, Bawlers and Bastards) albümünü çıkarır. Albüm isminden de anlaşılabileceği gibi 3 ayrı CD den oluşmaktadır. Otuzu hiç duyulmamış 54 şarkıdan oluşan albümün ilk CD si Brawlers karanlık ve duman dolu blues’lardan oluşurken ikinci CD olan Bawlers daha geleneksel, balladlar, valsler ve Waits’in gençlik dönemlerindeki piyano ağırlıklı çalışmaları tarzında şarkılardan oluşur. Sonuncu CD olan Bastards ise ismine yakışır bir fırlamalıkta deneysel çalışmalarından oluşur… Acayip hikayeler, garip ritmler, keder ve isyan bu bölümün temasını oluşturur..
Bizatihi kendisi Orphans albümünü şu sözler ile anlatır; Orphans, deniz kızları için rumbalar, tren enkazları için blueslar, böcekler için tarantellalar, boğulmalar üzerine madri-gallerdir. Orphans, ürkmüş, yani aşırı sevincin ve melankolinin öksüz (orphan) şarkılarıdır. Orphans çok zor olgunlaşmış şarkılardır. Orphans, kökeni belirsiz ve zalim kaderin elinden kurtarılmış şarkılardır …
2009 yılında ise son albümü Glitter and Doom’u yayınlar. Waits Avrupa ve Amerika’da verdiği “Glitter and Doom” konserlerinden seçtiklerini bir double CD de toplamış. Bu konserlerde ona ağaç nefeslilerde Vincent Henry, gitar ve banjo’da Omar Torrez, tuşlu çalgılarda Patrick Warren, bas’da Seth Ford-Young , klarinette oğlu Sullivan Waits ve davul ve vurmalılarda diğer oğlu Casey Waits eşlik etmiş .
Albümün ilk CDsi çeşitli dönemlerden 17 şarkıdan, ikinci CD ise hiç beklenmedik şekilde 36 dakikalık bir muhabbetten oluşuyor. Konserlerinin hepsinde zaman zaman ara verip seyirciyle muhabbete dalan Waits bu sefer biraz (mı desem) işi uzatıp bu bölümü müziksiz bir konsere çeviriyor. Her konserinde bu bölüm 36 dakika sürdü mü bilmiyorum ama belki de çeşitli konserlerden derlenmiş olabilir. Peter Handke’nin “Kalecinin penaltı anındaki korkusu” veya “Solak Kadın “ ya da diğer bir çok eserinde kelimeleri giderek yok etmesi gibi. Tom Waits’de bu bölümde, müziği kaldırıp, akbabalardan girip böceklerden çıkıp, midyelerin cinsel organlarına, oradan fillere, fillerden gençliğindeki gece vardiyasına (tabii ki graveyard shift olarak anlatıyor) sonra o kelimenin etimolojisine ve daha bir çok uçuk konuya uzanan bir hikayeyi müziksiz bir şarkıya dönüştürüyor..
Şimdi kalkıp Glitter and Doom albümü Tom Waits’in 40 yıllık çalışmasının retrospektifi gibi klişe kelimelere dalsam, bir kere retrospektif kelimesi ile yakın akraba olan perpektif kelimesi karşı çıkar diye düşünüyorum. Zira perspektif dediğin kelime, izan düzen ister o da taa yazının en başından beri anlatmaya çalıştığımız üzere Tom Waits de bizim anladığımız anlamda yok..
Epey bir gündür Tom Waits yazısı ile uğraşmanın getirdiği bir uçukluğa doğru sürüklendiğimin farkındayım ve artık en iyisi yazıyı Frank’s Wild Years albümünden Yesterday is here’in son bölümünden naçizane bir çeviri ile bitireyim ben.

Eğer gitmek istersen
Gök kuşağının bittiği yere
Veda etmen gerekecek .
Yukarılarda gerçekleşiyor rüyalarımız bebeğim
Hatıralarının olduğu yerde .
Yol bensiz gidiyor
Ve ay parıldıyor
Senden hatırlamanı istediğimse
Bu gece gözden kaybolurken ben
Bugün gri gökyüzü
Yarının gözyaşları ..
Dün geri gelene dek beklemelisin…
Bu yazıda Tom Waits’in derleme, güncel deyimle “kompileyşın” albümlerini değerlendirme dışı özellikle bıraktım. Tom Waits’in kendi şekillendirdiği albümlerini yazmayı tercih ettim .
En iyisi şimdi bir Tom Waits albümünü (hangisini isterseniz) CD çalarınıza veya pikabınıza koyun.. ve bizim düzenli hayatlarımızın dışındaki hayatların şarkılarını dinleyin.. Eğer sizde hiç bir albümü yoksa, daha ölmeden paslı bir bıçağı kendinize saplamayı öğrenin… Gidin bir Tom Waits albümü alın…
Aydın Eroğlu
Kaynak 1 ve 2