Thursday, July 26, 2012

Ciwan Haco - Eman Dilo (Veger 2012)

Ciwan Haco yeni albümü Veger ile döndü
 
VEGER (DÖNÜŞ), Ciwan Haco’nun ilk gençlik yıllarında okuduğu şarkılardan oluşan bir albüm.
Haber Merkezi
Ciwan Haco ilk gençlik döneminde, kendine has bir teknikle çaldığı bağlamasıyla halk müziği motiflerinde şarkılar söylemekteydi. O dönem Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşayan Suriye Kürtleri, TRT Radyosu’nu da dinleyebiliyorlardı. Ciwan Haco da, radyodan duyduğu ve melodisini sevdiği bazı şarkılara Kürtçe sözler yazarak yeniden yorumladı. Bu şarkılardan bazılarına da kız kardeşi “Dilber Haco” söz yazdı.
 Kürt müziğinde bir kilometre taşı olan Ciwan Haco bu son albümüyle bizi, müziğe ilk başladığı yıllara götürmektedir. Albümde, Aşık Daimi'nin "Ne Ağlarsın" şarkısı “Esmer”, Neşet Ertas'ın "Tatlı Dile" şarkısı da “Rêya Min Dûre” adıyla, ilk kez Kürtçe sözler yazılarak okundu.
Yakın zamanda Kürtçe müzikte yeni seslerle çıkış yapan ve bu çıkışını sürdürecek olan “Pelrecords” tarafından yayınlanan bu özel albümün aranjörlüğünü ve prodüktörlüğünü, Ciwan Haco'nun uzun bir süreden beri birlikte çalıştığı Ayhan Evci üstlendi.
Ayrıca albümde tüm bağlamaları yeni kuşak müzisyenlerinden Ümit Yılmaz çaldı. Bas gitarda Ali Busse, perküsyonlarda Ata Güner, kemanda Hüseyin Kemancı, kanunda Turan Vurgun, klarnette Göksun Çavdar, klasik kemençede Sercan Halili, neyde Mubin Dünen, gitarlarda Chris Harms, Steven Pfeffer, Ayhan Evci, Bernd Hilgert ve klavyede Almanya’nın genç kuşak müzisyenlerinden Gerrit Heineman, Ciwan Haco’ya eşlik ediyor.
 Albümdeki birçok şarkıda geri vokal olarak Roşna,Yekbun ve Mizgin katkıda bulunuyorlar.
Albümdeki ilginç bir ayrıntı da, Aşık Daimi'nin ölümsüz eseri “Ne Ağlarsın”dan uyarlanan “Esmer” şarkısında Ciwan Haco ile Hülya Avşar’ın düet yapmaları. İlk kez Kürtçe bir şarkı seslendiren Hülya Avşar, bu şarkı için çekilen video klipte de Ciwan Haco ile birlikte oynadı.
Dağıtımını Sony Music'in üstlendiği “VEGER (DÖNÜŞ)” albümü, Ciwan Haco'nun müzikal sürecini göstermesi açısından önemli bir çalışmadır. Albüm, 14 Şubat’ta raflardaki yerini alacaktır.
Öte yandan Pelrecords, Ciwan Haco’nun tüm eski çalışmalarını da yakında toplu olarak yeniden yayınlayacaktır.

'I Put A Spell On You'. Nina Simone (1968)

Tuesday, July 24, 2012

Vasil Aga

Vasil Aga
(Wasil Wasiliadis)

Bu Büyük İstanbullu Müzisyen 1916 doğumlu,
91 yaşında hayata vedâ etti..

Çekime bir haftadır hasta yattığı yataktan kalkıp gelen, Yeniden hastalanabileceği endişesiyle çekimi iptal etmeme izin vermeyen, "Bir şey olmaz efendim, söz verdik, geleceğiz.'' diyebilen bir Kostantinapolis Beyefendi'si idi. EFENDİYA!!

Wasil Wasiliadis, konuştu mu sözü dinlenen, mesleğini (çelik kalıp ustası) başkalarıyla değil sadece kendiyle yarıştığı için en iyi şekilde yapan, neye el atarsa bitirmeden bırakmayan, hem snob hem kalender, arkadaşınız olursa zararlı çıkmayacağınız adamlardan. Ona rebetliği yakıştırmamın nedeni kişiliğinin daha artistik tarafları. Hem, o zamanında gerçek rebetlerle de arkadaşlık etmiş birisi. Yaşı da müsait zaten. Dünyaca ünlü müzisyen Yorgo Dalaras'ın babası buzuki ustası rahmetli Luka Dalaras onun eski arkadaşı. Vasil'i hâlâ Gayrettepe'deki Zorba meyhanesinde her hafta yaptığı on dakikalık sirtaki gösterisinde ya da Orhan Osman'ın İstanbul Rebetleri konserlerinde Babylon'da Tophane usulü "Kadifeden Kesesi" okurken ya da Burgaz Adası'nda ada halkının yarısı etrafını çevrelemiş halde devasa boyutlardaki uçurtmasını uçururken görebilirsiniz. Vasil hem güvenilir hem de eğlenceli biri. Bence kişiliğinin en özgün yanı da bu. Bu adam yedi göbek İstanbullu, namı diğer Tophaneli Vasil Aga ya da adadakilerin dediği gibi Vasil Baba... Dört yıl askerlik yapmış yüzde yüz Türkiyeli bir Rum. Mesleğin meslek olduğu zamanlarda işinin en iyisi bir çelik kalıp ustası. Parçalarını kalıpta döktüğü makineler hâlâ tıkır tıkır işliyor. İyi paralar kazanmış, gezip eğlenmiş, hep iyi giyinmiş. 27'sinde evlenmiş, çapkınlığı yüzünden ayrılmış, kadınları çok sevmiş ve onlar tarafından çok sevilmiş bir adam. Onlara kıskançlıktan ve aşk acısından başka sıkıntı çektirmemiş. Yunanistan başbakanlarıyla, ünlü aktör, aktris ve müzisyenlerle, Yunanistanlı armatör (hani rahmetli John F. Kenndy'nin eski eşi Jacky'le evlenen) Onasis'le sirtaki yapmış. Tophane usulü dediği hafif kasap havasıyla karıştırarak oynadığı sirtakisi Türkiye ve Yunanistan'da övgüler almış, dünyanın en iyi sirtakicisi diye hakkında gazete haberleri yapılmış, ara sıra Burgazadası'nda uçurtma uçururken görebileceğiniz 91 yaşında bir adam. Fotoğraflarda görülen kadeh sadece dekor. Hasta olduğu için o gün kırmızı şarap içti. O tam bir rakı ehli. Vasil Vasiliadis rakıyı su katmadan içer. "Çünkü" der, "Efendim, su yıkanmak içindir
İlgi Alanları Dünyanın en iyi sirtakicisi: 94 yaşında Vasil Aga Türkiye ve Yunanistan arasında halk âşıklarının atışmaları tadında tartışılan baklava, kemençe ve gölge oyununun aidiyeti, neyin kime ait olduğu bir tarafa bırakılınca, iki halkın kültürel bağlarını vurgulamıyor mu? En güçlü bağ ise bir müzik türünde, rebetikoda kendini gösteriyor. Burgazadası'nda eski bir meyhanede dünyanın en iyi sirtakicisi Vasil Vasiliadis'i ve başka türlerin yanı sıra en güzel rebetiko şarkılarını yeni kuşklara ulaştıran iki önemli müzisyeni, Orhan Osman ve Muammer Ketencoğlu'nu işte bu müziği anlatmak için bir araya getirdik.
 

Rumeli Turkuleri - Debreli Hasan,Yuksek Yuksek Tepelere

Muhalif olmak her zaman iyidir

Muhalif olmak her zaman iyidir‘DEVLETİN BİZİ DESTEKLEMESİ DEMEK BİZİ KENDİ İÇİNDE ERİTMESİ DEMEKTİR’ DİYEN FUAT SAKA:
Muhalif olmak her zaman iyidir

EBRU ÖZKAN

Yasaklı yılların, baskıların, sansürün canlı tanıklarından biri Fuat Saka. Şarkılarının sansüre takıldığı ve hâlâ üzerinde ‘Söylenemez’ anlamı taşıyan damgaların vurulu olduğu şarkıların sahibi o. Anlattığı her şey gerek müzikal açıdan, gerek siyasal açıdan bir tarihin de adı aynı zamanda. Bugün yaşanan baskı politikalarının birçoğunu deneyim ve tecrübelerine dayanarak soğukkanlılıkla anlatıyor. Fakat eklemeyi unutmuyor elbet: Bugün Karadeniz’in üzerindeki rant kavgalarına, HES’lere, sanattaki sansüre kadar bir çok olayın yaşanmasının iktidarın zihniyetine göre ‘meşru’ olduğunu fakat bunun karşısında da her zaman bir alternatifin olduğunu ekleyerek sohbetiyle umudumuzu büyütüyor…

»Geçtiğimiz günlerde Kalan Müzik Karadeniz Gecesi düzenledi ve sizde orada sahne aldınız. Yıllarca Karadeniz müziğine emek vermiş bir isim olarak Karadeniz müziğinin gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yalnızca Karadeniz müziği açısında değil de müziğin geleceğini konuşmak gerekiyor. 90’lı yılların ortasından itibaren Karadeniz’e bir nefes geldi. Gençler artık yavaş yavaş ciddi, doğru ve düzgün müzik yapmaya çalışıyor. Ama tabi hepimizin daha çok uzun yolu var. Eğer yapılan iş ciddiye alınırsa gelecek için çok güzel bir alt yapı oluşturulabilir. Şu anda biz sadece rötuşlar yapıyoruz diyelim. Bugün açısından daha çok geleneği kullanıyoruz. Geleneği kullanan o kadar çok müzisyen var ki o da bir yerde bitiyor çünkü Karadeniz’in o kadar büyük geleneksel bir arşivi yok.

Günümüzde neler yapmalıyız dersek bugünü tarif eden şarkılar yapmak zorundayız. Mesela bundan yüz yıl sonra bizde bir gelenek olabiliriz. Doğru, temiz, yaşadığı dünyaya ilgi duyan sorunlarıyla uğraşan, insanı seven ona değer veren, onları yaşadıkları dünyayla buluşturan, estetiği iyi uygulayan müzikte, özellikle Karadeniz müziğinde –çünkü insanlar beni böyle tanır- böyle olursa daha iyi işler ortaya çıkar. Buna her müzisyen görev bilinciyle yaklaşmalıdır diye düşünüyorum.
 
‘İNSANLARI SİLAHLARLA KORKUTUYORLAR’
»Bir Karadenizli olarak HES’leri sormadan geçmek olmaz. Aslında Karadeniz’in başı bugün HES’lerle olduğu kadar geçmişte de Çernobil faciasıyla dertteydi. Kazım Koyuncu Çernobil faciası sebebiyle yaşamını yitirdi. Bugünde Karadeniz halkı HES’lere kurban edilmeye çalışılıyor. Bu soruna karşı mücadelede nasıl bir hat izlenmesi gerekiyor sizce?

Pratik açsından çok büyük eylemlerine katılamadım ama her zaman desteğimi sundum. Karadeniz’de yaşayan insanlar bu soruna karşı mücadele edip bir örgütlülük yaratmaya çalışıyor ve ben de onlara omuz vermeye çalışıyorum. Tabi ki bu yaraya parmak basmak gerekiyor ve müdahale etmek gerekiyor.

Sermaye o kadar acımasız davranıyor ki insanları korkutuyor, ürkütüyor. Hal böyle olunca insanlar müdahale yöntemlerini şaşırıyor. Kimse kavga dövüş istemiyor. Elbette ki kavga dövüş istemiyoruz ama görüyoruz ki söylemleri biraz daha sertleştirdiğin zaman hakkını alabiliyorsun.  Ama insanları korkutuyorlar, sindiriyorlar, mahkemelerde süründürüyorlar, hatta HES’lere karşı çıkan bazı mühendisleri silahlarıyla korkuttuklarını bile duyduk, geliyor kulağımıza bunlar. Bu ülkede eskiden de böyleydi halen böyle. Yani laftan anlamazsanız sonunuz budur demeye getiriyorlar.  HES’ler konusunda bir sürü mahkeme kararı var ve bu mahkeme kararını hiçe sayan aç gözlü kapitalizmin bölgede ve halk üzerine yarattığı tahribatı bizatihi gördüm. Karadeniz’i perişan etmişler; suları kesmişler, köylüler orada şimdi aç, yoksul ve topraklarını satıyor. Karadeniz’in toprağı da suyu da bir yaşam iksiridir. Sadece Karadeniz’in değil Anadolu’nun belli başlı oksijen depolarından biridir Karadeniz.  Derelerin suyunu, balıkların yaşam alanlarını bitkileri hepsini yok edecekler. 
 
NEDEN HES’LERE KARŞI ÇIKMAK GEREKİYOR?
Bu ülkede yenilenebilir enerjiyle üretim yapmak mümkün. Mesela güneş, rüzgâr enerjisinden yararlanarak enerji üretmek mümkün. Ege’de birçok yerde rüzgâr enerjisi kullanılıyor. Demek ki bu yapılabiliyor. Bu arada bilinen bir konuyu daha tekrar etmek de fayda var. HES’lerin oradaki enerji ihtiyacının yalnızca yüzde 3- yüzde 4 gibi bir kısmını karşılayacağı biliniyor.  O zaman neden HES yapıyorsunuz diye sormak lazım. Cevabı net; çünkü orada başka bir rant var.
 
»Hazır HES’ler konusundan gitmişken şunu sormak istiyorum: Düşünsel anlamda hem HES’lere hem de her türlü baskı ve katliamcı politikalara karşı çıktığınız gibi sanatsal açıdan da sesinizle sözünüzle destek veriyorsunuz. Sazın sözün bir eylem biçimine dönüşmesi, gerek özelde gerek genelde nasıl bir  ‘getirisi’ olabilir?

Sanatsal açıdan baktığımızda bu doğrudan sanatçının kendisiyle alakalı bir durum. İnsana, çevreye ve yaşama dair kaygıları varsa eğer fayda sağlayabilir. Ben de elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum. Şarkılarımla, sözlerimle dokunmaya çalışıyorum. Tabi ki sanatçının görevi yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı olmak, yaralarına parmak basmak, onlara geçmişini hatırlatmaktır. Sanatçı da bunu sazıyla sözüyle görünür kılacaktır. Ben ve benim gibi şarkılarıyla hayata dokunmaya çalışan insanları medya görmediği için de dar bir çevrede kalabiliyor.  Ama durum böyle dahi olsa yılgınlıktan yana değil aksine daha da öğreticiliği olan doğru işler yapmak gerekecektir.
 
‘YASAKLARLA GELENEĞİ YOK EDEMEZSİNİZ’
»Bildiğiniz gibi Şevval Sam geçtiğimiz günlerde Van’daki bir konserindeki konuşmasından dolayı sansüre uğradı ve üst üste konserleri iptal edildi. Şevval Sam, bu sansür furyasının son örneği olarak karşımızda duruyor. İktidarın ve iktidar yandaşlarının son zamanlarda özellikle sanat ve sanatçılar üzerindeki bu baskı ve sindirme politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanat yapmanın bir önemi yoktur diyen bir zihniyetin başka türlü davranması söz konusu olamaz ki. Tepe de bir iktidar, bir yönetim varsa onun düşüncesi neyi gerektiriyorsa onu yapar. Bu kendi açısından ‘meşru’ olandır. Siz ne yaparsınız? Siz de yapılmak istenilenin karşında durup alternatif bir şey geliştirirsiniz. Hem ne yapılmayacağını hem de nasıl yapılacağını gösterirsiniz. Sazımızla, gitarımızla, sözümüzle sert, kararlı ve uyarıcı olmak zorundayız.

Yasaklar meselesine gelince bu durum bu ülkede ne ilk ne de son. Benim yasaklarımı bile saysak uzar gider. Biliyorsunuz 1990’lara kadar benim şarkılarım yasaktı bu ülkede. Bu yasaklar sorunu onlar açısından çözüyor gibi görünse de çözmez, neden çözemez: Eğer sizin ürettiğiniz herhangi bir kültürel ve sanatsal çalışma yoksa yasaklarla siz bir şeyler üretmiş olmazsınız. Bir defa bir alt yapının olması lazım. Alt yapı da öyle bugün yasaklıyım yarın ben başka bir şey yapayım demekle olmaz. 20-30 yılda siz bambaşka bir şey inşa edemezsiniz.

Belki bir şeyde es geçiliyor; bazen yasaklar insanları kamçılar bunu unutmamak lazım. Dünyanın hiçbir yerinde bu tip uygulamalar hiçbir sanatsal ve kültürel geleneği yok edememiştir. Buna cuntalar, faşist yönetimler hepsi dâhildir. Bir Hitler geçmişte Almanya’nın geleneksel şarkılarını yok etmeye çalışmış, kütüphaneleri yakmış, notaları yakmış; İspanya’da Franko denemiş aynısını bir türlü başarılı olamamış. Elbette ki baskı kurulmuş, insanları katletmişler, cezaevlerine atmışlar. Bu totaliter rejimlerin olduğu ülkelerin hepsinde var. Bizde de olacak gayet tabi. Ben ve benim gibi sanatçılar özellikle, iktidarlarla paralel hareket etmeyiz. Muhalif bir kimliğimiz var. İktidar değişse ne olacak değişmese ne olacak. Bu bir devlet politikasıdır ve sadece Türkiye’ye özgü değildir. Yasaklanırsınız elbette eğer yasaklayamazlarsa piyasada gözükmenize müsaade etmezler. Ama fark etmiyor bizim için; biz 10 kişi 20 kişi bir araya gelip müzik yapabiliyoruz yine de.

»Müziğin dünü ve bugününü ve evrenselliğini konuşuyoruz fakat hâlâ bu ülkede anadilde şarkı söylemek bir mesele olarak duruyor karşımızda. Lazca, Rumca, Kürtçe türküler söylemenin bir ‘tehdit unsuru’ olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden öte ben hangi dilde söylemek istersem şarkıyı söyleyebilmeliyim. İngilizce ya da Fransızca söylemek istersem söyleyebilmeliyim. Biz Eurovizyon’da İngilizce şarkı söylediğimiz zaman birincilik ya da derece alıyoruz ama bir Karadenizli Rumca şarkı söylediği zaman hemen bölücü oluyor. Benim söylediğim bir şarkı vardı: Çıkma sevdiğim çıkma portakal ağacına, düşüp de öleceksin dayanamam acına diye. Portakal ağacına çıkıp da ölen hiç kimse yok. O kadar sakınıyor ki sevdiğini portakal ağacına bile çıkma düşersin dayanamam acına diyor. Bunun Rumcası da aynı değişen bir şey yok. Rumcasında politik istemler, siyasi istemler işte sınırlar çizilsin Pontus Rum İmparatorluğu kurulsun denilmiyor. Aynı şey Kürtlerin başında aynı şey Ermenilerin başında. Bu ülkede bu insanlara bu kadar kin duygusu aşılanmış işte.  Onlar halk şarkılarıdır ve Anadolu’da birçoğu iç içe geçmiştir.

İnsanların anadilinde şarkı söylemeleri güzel bir şeydir. İnsan en çok anadilinde söylediği şarkıları hissederek söyleyebilir. Anadilde şarkı söylemek herkesin hakkıdır. Her kültürün geliştirdiği bir dil vardır ve o dili yok etmemek lazım. Çok renklilik tek renklilikten çok çok daha güzeldir. Tek renk hiçbir şey ifade etmez. Naziler bunu denediler beceremediler görüyorsunuz işte.

KARADENİZ’DE RANT KAVGASI VAR

Fuat Saka, Trabzon Akyazı’da denize girilen son alanın Trabzonspor’a saha yapılacak gerekçesiyle doldurulduğunu ve yine aynı bölgede Amerika’nın bir hastane inşa edeceğini fakat asıl amacın askeri liman yapmak olduğunu iddia ederek Karadeniz’in rant alanı haline getirildiğini vurguladı:

Trabzonspor’a saha yapılacak diye Trabzon Akyazı’da –ki şu an var olan sahaları kendilerine yetiyor da artıyor bile- dönemin iktidarı orada denize girilen son yeri de saha yapılacak diye doldurmaya başladılar. Mimarlar odası oranın doldurulmasını mahkeme kararıyla durdurdu ama ona rağmen devam ettiler. İnanılmaz bir alanı doldurdular. Bir de yalnızca bir futbol sahası yapılacak diye aktarılıyor Trabzonspor sevilen bir takım ya orada.  Ayrıca şöyle bir duyumumuz var bizim: Amerikalılar Trabzon’da bin kişilik bir hastane kuruyorlar; hastane şu anda boş. O hastaneyi niye kurdular diye sorgulamaları lazım Trabzonluların. Duyumlarımız şöyle ki Amerikalılar orada büyük bir askeri liman yapacaklar.  Niye yaparlar bunu: üs yapacaklar. Ne için yapacaklar bunu: Olası bir İran savaşı ya da Kafkasya savaşı için. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz bizim kulağımıza geldi bu Trabzonluların bilmesi gerekiyor bunu. Orada amaç Trabzonspor’a saha yapmak değil büyük ihtimalle üs yapmak.  Bir de alışveriş merkezi yapacaklar oraya. Zaten bir sürü alışveriş merkezi var daha ne gerek var böyle bir şeye. Hepsi rant peşinde çünkü.

‘Türkü söylemek bir yaşam biçimidir’

»Türkiye tarihinin birçok acı dolu dönemlerine şahitlik etmiş bir sanatçı olan Fuat Saka, Türkiye tarihindeki tüm acı dolu yıllara rağmen hâlâ umutlu olduğunu ve bu yüzden türküler söylemeye devam ettiğini ifade ediyor:

Bir kültürel değişimin olması ve geleneğin yaşayabilmesi için bizim iyi ve doğru insanlara ihtiyacımız var. Ama baktığımız vakit 80 sonrası gençlik apolitik hale getirilmiş, şarkılarıyla, türküleriyle, tiyatrosuyla… Sistem her şeyi öyle güzel organize etmiş ki… Ancak 1990’ların sonuna doğru Unkapanı’nda bir ya da iki tane müzik yapımcısının katkısıyla türküler sevdirilmeye başlamış. 1980’de doğan yani o dönemde genç olanlara kendi geleneklerini hatırlatmaya başlamışlar ama içinde yaşanılan dünyanın gerektirdiği biçimde olmuş bu da.   Mesela bazıları geleneği batının enstrümanlarıyla devam ettirmiş, bazıları türküleri cazla birleştirmiş vs. Hatta operacılar bile türkü söylüyordu. Bunlar güzel şeyler elbette kültürel açıdan çok zengin olan Anadolu’nun küçücük örnekleri bunlar.  Bana sorarsanız sanatsal açıdan hiç de ümitsiz bir durum yok; insanlar türkü dinliyorlar. Yeter ki kaliteli işler yapılsın. İnsanlar aptal yerine konulmasın. İnsanları bu ülkede aptal yerine koyan o kadar çok popçu var ki. Nerdeyse hakarete varan sözler yazılıyor ama insanlar sözleri dinlemiyorlar bile. Bu hale getirilmiş bu toplum.

Bütün bunlara rağmen başka bir kesim var ki onlar bizi seviyorlar. Çünkü biz onlara değer veriyoruz onlar da bunu hissediyorlar. Biz onlara geldikleri yerin, kendi geçmişlerinin, geleneklerinin türkülerini söylüyoruz. Çünkü türkü söylemek yaşam biçimlerini en iyi anlatan şeylerdir. Bu nedenle ben o kadar umutsuz değilim, umutsuz olsam bırakırım yapmam bu işi. İşin politik kısmını zaten söyledik. Devletin bizi desteklemesi filan bunlar söz konusu olamaz. Bizi desteklemesi demek zaten bizi kendi içinde eritmesi demektir. Bu yüzden muhalif olmak lazım ve muhalif olmak her zaman iyidir.

Friday, July 20, 2012

Goran Bregovic - Ederlezi

Ederlezi goran,ederlezi
Kızların ağıtlar düzerken bosna yaylalarında,
Acıya bulanmıştı şenlikleri,
Ederlezi yine gelmişti her sene geldiği gibi,
Ne bilsin burada yetim kızlar var
Bu sene ederlezi babasız kalmıştı
Yetim kızların yürekleriydi gelen.
Sarı saçları mavi gözleriyle,
Gökyüzü bile özenirdi güzelliklerine,
Deniz utanırdı mavisinden,
Cenazelere uğurlanmıştı ederlezi,
Şurada yatan kefensiz, babalarımızdı
Boşnak kızları goran'ın,
Yetimdi sarıları, yetimdi mavileri.
Ah ederlezi, niye geldin bu sene
Bilmez misin, buradaki kızlar yetim
Şurada yatan babalarımızdı, kefensiz
Yaslar bağladı sarı saçlarımız
Babasızdı mavi gözlerimiz
Ve goran, haykır yine bosna dağlarına
Ederlezi kızlarım, ederlezi

Wednesday, July 11, 2012

Sister Marie keyrouz - pieta

Besteci ve vokalist Marie Keyrouz’un dilinden dökülen 'Cantiques de L'Orient' gerçek anlamda zihin ve kulak açıcı bir albüm. Ortadoğu’nun çok erken dönem müzikal formlarına dayanarak modern bestelere dönüşmüş yedi parçadan oluşuyor. Öyle ki albümün açılışını yapan ‘ Magnificat'ı ‘The Exorcist’ filminin Ortadoğu’daki soundtrack’i olarak duymak işten bile değil. Doğaçlamaların çok önemli bir rol üstlendiği bu müzikle, gerçekten farklı arayışlarda olan tüm dinleyiciler yakından ilgilenmeli. Doğu ilahileri ve Keyrouz’u bilinçli olarak tercih edenler için ise zaten bir başucu albümü niteliğinde.”
Ününü dinden çok müzik konusunda yaptığı çalışmalara borçlu olan Keyrouz, kadın sesinin yasak olduğu Bizans müziğini en iyi yorumlayan ses olarak kabul edilmektedir. Lübnan’da doğan ve ilk çalışmalarına da Lübnan’da başlayan rahibe, daha sonra müzikoloji ve dinsel antropoloji dallarında Paris Sorbonne Üniversitesi'nde eğitim gördü. Doğu ve batı ezgilerini sentezleyerek kullanmayı tercih eden ve doğu- batı kiliselerinin repertuarlarını da inceleyen araştırmacı kişi... Lübnan'ın Deir el Gamar şehrinde doğmuştur. Ayrıca müziğinde sadece Hıristiyan değil Musevi, Müslüman motiflerini de kullanır.”

Saturday, July 7, 2012

Maria Del Mar Bonet / Leylim Ley

Somewhere over the rainbow


Somewhere over the rainbow
Way up high
There's a land that I heard of
Once in a lullaby
Somewhere over the rainbow
Skies are blue
And the dreams that you dare to dream
Really do come true
Someday I'll wish upon a star
And wake up where the clouds are far behind me.
Where troubles melt like lemon drops
Away above the chimney tops
That's where you'll find me
Somewhere over the rainbow
Bluebirds fly
Birds fly over the rainbow
Why then oh, why can't I?
(When all the world is a whole glass jumbled
And the raindrops tumble all around
There's an old place of magic ways)
A place behind the sun
Just a step behind the rainbow
Somewhere over the rainbow
Bluebirds fly
Birds fly over the rainbow
Why then oh, why can't I?
If happy little bluebirds fly beyond the rainbow
Why oh, why can't I?

Friday, July 6, 2012

19. İstanbul Caz Festivali başladı

  • Törende ayrıca, gitar tekniği ve ustalığıyla Türkiye’nin en saygın müzisyenlerinden biri olan, ülkemizde cazın gelişimine önemli katkılarda bulunmuş Neşet Ruacan’a festivalin bu yılki “Yaşam Boyu Başarı Ödülü” sunuldu. Müzik hayatına 10 yaşında klasik gitar eğitimiyle başlayan, sonrasında caz eğitimini Leeds College of Music, Berklee College of Music ve Brooklyn School of Music gibi önde gelen okullarda tamamlayan, dünya çapında tanınmış sanatçılarla birlikte caz müzisyeni ve stüdyo gitaristi olarak yüzlerce stüdyo kaydına imza atan Neşet Ruacan’a ödülü Bülent Eczacıbaşı tarafından takdim edildi.
    Tören, günümüz cazının ünlü vokallerinden, “M-U-S-I-C” isimli albümüyle de beğeni toplayan Elif Çağlar ve cazın önemli isimlerinden oluşan beşlisinin vereceği konserle devam etti. Elif Çağlar Beşlisi, funk, motown ve nu-soul parçalardan oluşan eğlenceli ve dinamik bir repertuvar yorumladı. 19. İstanbul Caz Festivali açılış konserinde Elif Çağlar’a saksafonda Engin Recepoğulları, piyanoda Serkan Özyılmaz, kontrbasta Erdal Akyol ve davulda Ediz Hafızoğlu eşlik etti. Gecenin sürprizi ise “Yaşam Boyu Başarı Ödülü” alan Neşet Ruacan’ın sahneye çıkarak Elif Çağlar Beşlisi’ne sahnede eşlik etmesi oldu.
    Bu yıl 3-19 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 19. İstanbul Caz Festivali, İstanbulluları 50 konser ve 300’ü aşkın yerli ile yabancı sanatçıyla buluşturmaya hazırlanıyor. İstanbul Caz Festivali konserlerine bu yıl ev sahipliği yapacak 20 mekan arasında, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, İstanbul Modern, Salon ve The Marmara Esma Sultan’ın yanı sıra geçen yıl ilk kez bir konser mekanı olarak kullanılarak büyük ilgi gören Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kıyı Amfi’nin yanı sıra bu yıl festival kapsamında ilk kez kullanılacak Haliç Kongre Merkezi ve Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi yer alıyor.
    19. İstanbul Caz Festivali’nin biletleri, İKSV’den ve konserden iki saat öncesine kadar Biletix satış kanallarından alınabilir. Konser günleri konser mekanlarında da bilet satışı gerçekleştirilecektir.
    FESTİVALDE İLK HAFTA HEYECANI
    Festival ilk haftasında bir dünya prömiyerine de ev sahipliği yapacak. Marcus Miller’ın İKSV’nin kuruluşunun 40. yılında İstanbul Caz Festivali’nin siparişi üzerine Okay Temiz, Burhan Öçal, Hüsnü Şenlendirici, İmer Demirer ve Bilal Karaman ile gerçekleştirdiği “The Istanbul Project”in dünya prömiyeri, 5 Temmuz Perşembe akşamı saat 21.00’de Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde gerçekleştirilecek.
    Almanya’nın en çok satan caz albümlerine imza atan, kuşağının en iyi trompetçilerinden, popüler tınıları caz müziğinin sofistike yapısı ile ustaca birleştirebilen nadir sanatçılardan biri Till Brönner, 6 Temmuz Cuma günü saat 21.00’de İstanbul Arkeoloji Müzeleri avlusunda İstanbullu cazseverlerle birlikte olacak. Till Brönner’e konserde, saksofonda Magnus Lindgren, davulda Wolfgang Haffner, basta Christian V. Kaphengst ve piyanoda Jasper Soffers eşlik edecek.
    ‘FESTİVAL İÇİNDE FESTİVAL’ TÜNEL ŞENLİĞİ’NDE
    Festival kapsamında bu yıl üçüncü kez gerçekleştirilecek Tünel Şenliği, müzikseverlere “festival içinde festival” sunmaya devam edecek. 7 Temmuz Cumartesi günü saat 18.00’de başlayacak şenlik, Galata ve Tünel’de kurulacak iki ana sahnedeki ücretsiz konserlerle bütün bölgede bir festival atmosferi yaşanırken gece boyunca seyirciler değişik mekanlar ve sahneler arasında mekik dokuyarak, birbirinden farklı etkinliklere katılacaklar. Salon, Nardis, SALT Beyoğlu, Alt, Pera Palace Oteli Balo Salonu, Beyoğlu Belediyesi Gençlik Merkezi gibi Beyoğlu bölgesinin renkli mekanlarında gece boyunca sahne alacak sanatçılar arasında Phronesis, Jo Stance, Jülide Özçelik, Gevende, Daniel Zamir ile Hollanda ve Türkiye diplomatik ilişkilerinin 400. yılı kutlamaları kapsamında festivale konuk olacak Eric Vloeimans, New Cool Collective, Lefties Soul Connection, Jungle By Night ve Ntjam Rosie de bulunuyor. Şenliğin en özel mekanlarından, sınırsız biletle girilebilecek Hollanda Konsolosluğu bahçesi de etkinliğe renk katacak.

gitar konçertosu