Sunday, August 5, 2012

Dünyanın harika hali

 Louis Armstrong, namı diğer Satchmo'yu 4 Ağustos'taki doğum günü vesilesiyle hatırlıyoruz. İnsanı böylesine yatıştıran, bu kadar şefkatle sarmalayan bir sese daha rastlamadık hâlâ...
Louis Armstrong, 4 Ağustos 1901 de doğdu , 6 Temmuz 1971 de öldü.
N. BUKET CENGİZ
Louis Armstrong’un 1968’de bir single olarak çıkardığı ‘What a Wonderful World’ adlı şarkısında dünyayı böylesine harika yapan; yeşil ağaçlar ve kırmızı güller, mavi gökyüzü, beyaz bulutlar, birbirleriyle nasılsınız diyerek selamlaşan insanlar, gözler önünde büyüyen bebeklerdir… Mutluluğun, Eric Fromm’un ifadesiyle, olmak yerine sahip olmaya tahvil edildiği bir zamanda, dünyada sevilecek böyle ‘sıradan’ şeyler olabileceğini bu şarkıyı her dinleyişinde aynı şaşkınlıkla keşfeder insan.
New Orleans, Chicago, New York
Fabrika işçisi babası evi terk ettiği için, annesi ve anneannesi tarafından büyütülen Armstrong küçük yaşlarda New Orleans’ın çok farklı yüzlerini tanıdı. Geleceğin Satchmo’su 13 yaşındayken vasıfsız işlerde çalışarak hayatını kazanıyor, bir yandan da kornet çalıyordu. 17 yaşında Joe King Oliver’la birlikte çalmaya başladı, 1922’de, o zamanlar Amerika cazının merkezi olmak anlamında New Orleans’ı geride bırakan Chicago’ya taşınarak Oliver’la birlikte çalmaya devam etti. 1925’te de Dreamland Syncopators’a katıldı ve trompete geçti. 1927’de Louis Armstrong & His Stompers adlı grubuyla müzik yapmaya devam eden sanatçı ‘Hotter than That’ ve ‘West End Blues’ gibi hitlerin ardından, 1932’de ‘Chinatown, My Chinatown’, ‘You Can Depend on Me’ gibi şarkılarla beğeni topladı.
Aynı yıl bugün de hâlâ çok sevilen ‘All of Me’ ve ‘Love, You Funny Thing’ adlı parçalarıyla listelerde yükseldi.
1935’de yeni menajeri Joe Glaser’ın kurduğu big band’iyle ‘Public Melody Number One’ (1937), ‘When the Saints Go Marching in’ (1939) ve ‘You Won’t Be Satisfied (Until You Break My Heart)’ (1946) gibi unutulmaz şarkılar yaptı. 1943’te daha önce dönem dönem yaşadığı New York’a yerleşen sanatçı, II. Dünya Savaşı sonrasında swing müziğin popülerliğini kaybetmesi nedeniyle big band’i dağıttı ve 1947’de All Stars’ı kurarak dünyanın pek çok yerinde konserler verdi. 1951’de All Stars’la kaydettiği ‘Satchmo at Symphony Hall’ LP’sinde yer alan ‘When We Are Dancing I Get Ideas’ ve ‘A Kiss to Build a Dream On’la yeniden hayranlık uyandırdı. Fats Waller’ı anma albümü ‘Satch Plays Fats’ 1955’te liste başı oldu, ardından da Verve Records için Ella Fitzgerald’la bir dizi kayıt yaptı. Bu kayıtlardan ‘Ella and Louis’ 1956’da listelerde bir numaraya çıktı. Armstrong’un 1964’te ‘Hello, Dolly!’ müzikali için yaptığı müzikleri içeren albüm de çok beğenildi. Müzisyenin bu albümdeki pop tonu, dört yıl sonra gelen ‘What a Wonderful World’de daha belirginleşti. 60 ve 70’lerde daha az turneye çıkan sanatçı 1971’de bir kalp krizi sonucunda hayata veda etti.
Kuşaklar boyu esin kaynağı
Armstrong’un dinleyicileri kornet, trompet gibi enstrümanlardaki yaratıcılığıyla büyülenen cazcı hayranları ve daha çok vokaliyle ilgilenen popçu hayranları olarak iki gruba ayrılmış olarak kabul ediliyor. Ama bu ayrım dışında Armstrong’la ilgili olarak asıl dikkat çekici bölünme, onun bir siyah sanatçı olarak kimliği konusunda gerçekleşti. Sanatçının müzik endüstrisi içinde böylesine tutunduğu ve yükseldiği dönemin ABD ’de siyahların ayrımcılıkla mücadelesinin hayli erken safhalarına denk geldi. Ve onun beyazlar tarafından ayrıcalık verilmiş bir siyah olması karşısındaki tutumunun tepki çekmesi de kolaylıkla anlaşılabilir. Armstrong’un sadece beyazların girebildiği restoranlara, otellere “kabul edilmekle” bir sorun yaşamaması, birçok siyahı rahatsız etmişti elbette. Aslında, Armstrong zaman zaman, örneğin Little Rock krizi sırasında, siyahlara yapılan ayrımcılığa karşı sesini yükseltiyordu ama bir bütün olarak sivil haklar hareketine yeterince katkıda bulunmamış olduğunu düşünen pek çok kişi oldu. Bununla beraber, bir başka efsanevi cazcı Duke Ellington’ın onun için söylediği “yoksul doğdu, zengin öldü, bu ikisi arasında hiç kimseyi kırmadı” sözü, onun insani zaafları taşıyan hassas yüreğine ilişkin çok fazla şey söyler. “Kimseyi taklit etmemiş ama çok kişi tarafından taklit edilmiş bir müzisyen” (J.A. Stein) olarak Armstrong’un o hışırtılı sesindeki huzur, trompetinin tonundaki hüzünle coşkunun o eşsiz bütünlüğü, kendi başına bir hayal dünyası sunar duyana. Sokaklarında bir çocuk olarak hayatta kalma mücadelesine karıştığı şehri için “gözlerimi kapayıp trompetimi çalmaya başladığım her anda, canım New Orleans’ın tam kalbine bakarım, bana uğrunda yaşanacak bir şey verdi” demiş olması ne kadar da manidardır…