"La Boheme", 19. yy. sonlarında Paris'te geçen, 4 perdelik bir Giacomo Puccini operasına ve yine aynı adlı şarkıya ilham veren; dramatik, duygulandıran, ağlatan muhteşem bir Henry Murger romanıdır.
Paris'te fakir bir çatı katında yaşayan bir şair, bir ressam, bir müzisyen ve bir filozofun yoksulluk, yaratıcılık, aşk ve romantizmle geçen, anlık mutluluklarla dolu yaşamlarını anlatır.
Yoksul bir yaşamın nasıl sadece bir duygu ve heyecan yoğunluğuyla zenginleştirilebileceğini de gözler önüne serer. Sağlıksız fakat deli dolu, aç fakat inançlı, tükenmiş fakat hoşnut bir hayat...
Aynı zamanda "La Boheme", Edith Piaf'ın onu dinlemeye gelmesiyle hayatı değişen, Fransa'nın en popüler ve kalıcı şarkıcısı, aynı zamanda söz yazarı ve aktör Charles Aznavour ile özdeşleşmiş muhteşem bir şarkıdır da... Candan Erçetin'in, Fransız Chansonlarını seslendirdiği, "Chante Hier Pour Aujourd' hui" albümünde de yer alır. Her ne kadar aynı tadı veremese de Charles Aznavour'dan dinlememiş olanlara hoş gelebilir.
Bu şarkı, annenizin hatta belki onun annesinin ve şimdi de sizin dinlediğiniz, kuşakları birbirine bağlayan, unutulmayan klasiklerdendir. Enfes bir tadı vardır. İlk dinlediğinizde bile sizi bir zaman makinesinde yolculuğa çıkartarak şimdiki zamanı terk ettirir; gözlerinizi kaparsınız ve kendinizi birden, bir baloda (kimi isterseniz onunla) dans ederken bulursunuz. Evet bu şarkı, müthiş bir şekilde duyulan dans etme isteğinin yanında, sizi nostaljik bir yolculuğa çıkararak hiçbir şeyin umurunuzda olmadığı günleri de yad ettirir.
Charles Aznavour'dan sonra, "acaba Edith Piaf bu şarkıyı nasıl seslendirmiş?" diye merak edip araştırırken başka birisiyle daha karşılaştım ki, ses rengi ve yorum olarak çok ama çok beğendim; Isabelle Boulay. Eric Lapointe ile düet yaparak şarkıya başka bir boyut kazandırmışlar. Müthiş romantik olmuş. Hem Charles Aznavour yorumunu hem de Isabelle Boulay & Eric Lapointe düetini koyacağım aşağıya -ki sizin de bu enfes şarkıyı tatmanızı istiyorum- ama önce işte şarkının Türkçe çevirisi:
yirmi yaşın altındakilerin bilemeyeceği
zamanlardan söz ediyorum size.
o vakitler montmartre; leylaklarını,
pencerelerimizin altına kadar asardı.
bize yuva olan fakirhanemiz
beş para etmese de
tanıştığımız yerdi orası.
ben açlıktan bağırırken,
sen çıplak poz veriyordun.
bohem, bohem
mutluyuz demekti
bohem, bohem
ancak iki günde bir yemekti
komşu kafelerde,
şöhreti bekleyen birkaç kişiydik
kazınan bir mide ve sefaletimize rağmen
inancımızı yitirmiyorduk.
ve bazı bistrolarda
sıcak yemek karşılığında
bir tuval alıyor,
sobanın etrafında toplanıp
dizeler döktürüyorduk.
bohem, bohem
"güzelsin" demekti
bohem, bohem
deha hepimizdeydi.
çok zaman şövalemin önünde
bir göğüs çizgisinin
bir kalça kıvrımının
desenlerini düzelterek
beyaz geceler geçirirdim.
ancak sabah olunca,
birer kafe-krem alıp otururduk:
tükenmiş ama hoşnut,
birbirimizi sevmeli,
yaşamı sevmeliydik:
bohem, bohem
yaş yirmi demekti
bohem, bohem
hepimiz o zamanın havasına girmiştik.
günlerden bir gün tesadüfen;
eski adresime yolum düştü.
gençliğimi görmüş duvarları, yolları
hiçbirini çıkaramadım.
bir merdiven üstünden,
artık eser kalmamış atelyeyi aradım.
yeni dekoruyla üzgün gibi geldi montmartre
ve leylaklar ölmüş.
bohem, bohem
gençtik, çılgındık.
bohem, bohem
hiçbir şey ifade etmiyor artık.
ALINTI