Thursday, February 28, 2013
Wednesday, February 27, 2013
Tuesday, February 26, 2013
Hasret Gültekin - Acıyı bal eyledik
ACIYI BAL EYLEDİK
«pir sultan ölür
dirilir»
bak şu bebelerin
güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde
kör olasın
demiyorum
kör olma da
gör beni
damda birlikte
yatmışız
öküzü hoşça
tutmuşuz
koyun değil şu
dağlarda
san kendimizi
gütmüşüz
hor baktık mı
karıncaya
kırdık mı kanadını
serçenin
vurduk mu
karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız
insana
sen olmasan
öldürmek ne
çürümek ne
zindanlarda
özlem ne ayrılık
ne
yokluk ne
yoksulluk ne
ilenmek ne
dilenmek ne
işsiz güçsüz
dolanmak ne
gün gün ile
barışmalı
kardeş kardeş
duruşmalı
koklaşmalı
söyleşmeli
korka korka
yaşamak ne
kahrolasın
demiyorum
kahrolma da
gör beni
kanadık toprak
olduk
çekildik bayrak
olduk
döküldük yaprak
olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
ekilir ekin
geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin
geliriz
beni vurmak
kurtuluş mu
kör olsanı
demiyorum
kör olma da
gör beni
Hasan Hüseyin
Monday, February 25, 2013
Ben sana vurgunum-Nukhet Duru-şiir: Sabahattin Ali
Seneler sürer her
günüm,
Yalnız gitmekten
yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.
Başkalarına gülsem
de,
Senden uzakta
kalsam da,
Sevmediğini bilsem
de
Ben gene
sanavurgunum.
Dağları aşınca
başım,
Geri kaldı her
yoldaşım,
Gerl sevgilim, gel
kardaşım,
Ben gene sana vurgunum.
Gönlüm seninkine
yardı,
Aynı şeyleri
duyardı;
Ayaklarımız
uyardı...
Ben gene sana vurgunum.
Sabahattin Ali
Saturday, February 23, 2013
Thursday, February 21, 2013
Mercedes Sosa Luna
I was never afraid
of anything,
or silence, or of
pain
and if I was
lonely
was enough
imagination.
But for a while
something happens
inside me;
I do not get to be
the same,
I mastered the
contradiction.
Moon give me
inspiration for an instant
and planting
thousand stars in the air,
I want to win her
heart.
Moon Bring the
warmth of my words
and drink distance
light
I need to see it
please.
I always walked
that day,
no's take a look
back;
convinced presumed
of owning my will.
And now I sit here
writing a song
madly in love
desojando words of
love.
Moon give me
inspiration for an instant
and planting
thousand stars in the air,
I want to win her
heart.
Moon Bring the
warmth of my words
and drink distance
light
I need to see it
please.
Wednesday, February 20, 2013
Tuesday, February 19, 2013
Monday, February 18, 2013
Suren Asaduryan Röportajı: “İnsanlık tarihinin ezgisi”
Röportaj: Cansu
Fırıncı
Kayısı ağacı
yaşlanacak, meyveden kesilecek, tomur kısmının güneş gören kısmı işaretlenecek,
kesilip yıllarca kurutulacak sonra tuzlu suda turşu olana kadar bekletilecek.
Ardından ağızlık yapmak için buz tutmuş gölge yürünüp buzun kırılan
kısımlarından başınu çıkartıp çiftleşen kamışlar bulunacak. Erkek kamış kalın
ses vereni, dişi yalazlanıp tiz vereni. Dişi olan kamış kesilip alınacak üst
kısmından iki zar alt kısmından bir zar soyulacak, biçim verilip gövdeye
oturtulacak. Erkek ağladığında kayısıdan yayılan ses dişi kamıştan yapılan
ağızlıktan üflenecek… Suren Asaduryan üflerse ve bu ses dünyaya o anda
dinletilebilse, biliyorum ki bütün savaşlar işte o anda kesilecek! İnsanlık
tarihini üfleyen bir enstrüman bu. Mistik bir yönü var ama kesinlikle eylemsizliğe
değil hesaplaşmaya götüren bir tınısı var. Dünyaca ünlü duduk sanatçısı Suren
Asaduryan ile söyleştik.
Dünyanın en önemli
duduk sanatçılarından birisiniz. Gözlerinizi kapayıp ilk eğitim almaya
başladığınız zamandan başlayalım. Sizden duduk dinleme şansına kavuştuğum ilk
gün yüreğimi titretti duduktan yayılan müzik. Büyülendim. Nedir bu insanâşkına?
Ben duduk çalmaya
17 yaşında başladım. Önemli ustalarımızdan çok kısa eğitim aldım. Rahmetli
Sofyan’dan örneğin. Ondan sonra da belli bir sistematikle bu enstürümanı
çalışmayı, geliştirmeyi, emek vermeyi sürdürdüm. Duduk artık dünyada tanına bir
enstrüman. Çok emek verdi ustalarım bu enstümanı geliştirip dünyaya tanıtmak
için, Civan Gasparyan gibi. Bu konuda cidden çok emek verdiler. Türkiye’de ben
başta gelen sanatçılar içindeyim duduk mevzubahis olduğunda. Türkiye ile duduğu
tanıştırdığımı söyleyebilirim. Bu enstüman 1 oktavlık bir enstüraman. Çok
entreresan bir enstürman. İnsana çok bağlı bir enstüman. Enstrüman ayrı bir şey
müzisyen ayrı bir şey. Bu enstrümanı farklı müzisyenler farklı yöntemlerle
çalıyorlar. Bir söz var; ne yediğin önemli değil, kimle birlikte yediğin
önemli! Duduk çaldığınız zaman dinleyici çok önemli. Tabiî ki müzisyen olmak
çok önemli. Sen ne kadar müzisyensen, dinleyiciye ne kadar sunabiliyorsan duduk
sanatını o kadar etkileyici oluyor sonuçta. Duduk sanatı derin bir sanat.
Dudukçu derinden üflemek zorunda. Duduk sanatçısının çok profesyonel olması
gerekiyor. Duduk çalması çok zor bir enstrüman. Bu nedenle de duduk
sanatçısının çok profesyonel olması lazım ki dinleyiciye iyi müzik ikram
edecek, ruh verecek, zevk verecek, anlatacak hayatın, insanın tarihini. Duduk
erkek ruhuna çok yakın. Erkekler aslında zor ağlıyorlar, duduk çalındığında
çıkan ses erkekler ağladıklarında çıkan sestir. Dudukçunun bunları bilerek
üflemesi lazım. Duduğu insanlara dinletip ikram edebilmek için dudukçunun bu
kültüre sahip olması gerek. Böyle bir enstrüman duduk, 1 oktavlık basit bir
enstrüman aslında.
Peki, duduk nasıl
yapılıyor, hangi ağaçtan, hangi yöntemle?
Kayısı ağacından
yapılıyor, ağızlığıysa kamıştan yapılıyor. Kayısı ağacının çok çeşitleri var.
Duduk yapılacak kayısı ağacı nasıl seçiliyor, diyeceksiniz. Bekleyeceksiniz ki
ağaç yaşlanacak, artık meyve vermeyecek. O zaman kesiliyor ağaç. Kesileceği zaman
duduk yapan sanatçı gidiyor ağaç daha kesilmeden tomur tarafını tespit ediyor
hangi taraf daha çok güneşe bakıyorsa o tarafı işaretleyor onsan sonra
kesiyorlar. Kesildikten sonra atıyorlar çatıya ağaç senelerce kuruyor.
Kuruduktan sonra indirip marangoze veriyorlar, kesip o tarafını alıyorlar
atıyorlar tuzlu suya. Uzun süre bekliyor tuzlu suda turşu gibi oluyor. Sonra
tekrar kurutup tornadan geçiriyorlar. Sonra deliklerini açıp duduk yapıyorlar.
Sonra tekrar suya atıp çeviriyorlar. Çünkü acı-ağır tarafıyla hafif tarafı var.
Hangi tarafı ağır ve sertse o tarafı suyun altında kalıyor, hafif ve yumuşak
tarafı üstte kalıyor. İki kısım arasından bir çizgi çizip delikleri açıyoruz
güneşe bakan taraftan. Akordu yapıldıktan sonra da sonra da kamışı seçip ağızlığını
yapıyorsunuz, üflemeye başlıyorsunuz.
İsminin bir
hikâyesi var mı?
İsmine gelince,
üflemesi zor bir enstrüman, pek çok insan deniyor çalamayıp kötü sesler
çıkarınca da komik duruma düşüyor, komik manasında duduk deniyor. Ama duduk
gerçek bir ustanın elinde gerçek bir enstrümana dönüşüyor. Az bilen, yeteneksiz
kişilerin eline düşünce de duduk oluyor düdük! Dudukla her şey çalınabilir.
Dudukla hem ağlatırsın hem oynatırsın. Duduğun ezgileri çok güçlü. Dudukla çok
“ağır” insanları bile oynatabiliyorsun. Hayatı yaşamayı seven insan duduk
dinliyor. Hayatı görmek, tanımak isteyen insan duduk dinliyor. Görmüş geçirmiş
insanlar duduktan anlar, görmemiş insanlarsa duduktan tat alamaz.
Bu dünya öyle bir
dünya ki bir kişiye başka bir şey veriyor, bir kişiye başka bir şey veriyor.
Ama zaman geliyor bu iki kişi birlikte duduk dinliyor, o zaman kimin neyi ne
kadar bildiği de ortaya çıkıyor! Kim ne kadar kültürlü! Kim yaşamı ne kadar
derin yaşadı! Halk duduk dinlediğinde hemen neler yaşadığı anlaşılıyor. Zaten
insanın bütün hayvanlardan bir tek farkı var, insan anlıyor. Eğer bir insan anlamsız bir insansa,
anlamıyorsa benim için hayvandan daha hayvandır. Ama insan anlıyorsa,
kültürlüyse, etik sahibiyse, gerçekten kalbiyle, beyniyle dinliyorsa duduk onun
için çok güzel üflüyor. Anlamsız insan için de iyi çalabiliyor duduk çünkü
onunla mücadele ediyor, kavga veriyor duduk. Dedim ya duduk derin bir sanat,
dudukçu bilmek, filozof olmak, hayatı derinlemesine yaşayan bir sanatçı olmak
zorunda. Profesyonel olmak, müzisyen olmak istiyor. Dudukçunun bütün yolları
bilmesi lazım, transpozeler bilmesi lazım, arpej bilmesi lazım, gamalar, bütün
major minör, tonlardan üfleyebilmesi lazım. İşte o zaman o dudukçu gerçek
dudukçu oluyor. Birkaç parçayı çalabilmekle dudukçu olunmuyor! Duduk sana tarihi anlatıyor,
insanlık tarihini! Her melodiyle insanlık tarihinin bir yönünü yansıtıyor.
Duduk zor bir enstrüman ama iyi dudukçunun, iyi müzisyenin elinde ve iyi
dinleyicinin yanında parlıyor. Çiçek gibi açıyor ve herkese herşeyi ikram
ediyor.
Sezdiğim kadarıyla
söyleyebilirim şu kadarını; sanatçı duduğunu seçtiği kadar duduk da sanatçısını
seçiyor sanırım, her duduk her üfleyende aynı sesi vermiyor?
Öyle bir şey ki
insan her şey… Sanatçıya inanç lazım. İnsana inanacak. Gerçek inanç istiyor insana.
Her şeyin içinde enerji vardır. İnanınırsan o enerjiyi alırsın, inanırsan o
enerjiyi yayarsın da. Kendine ve karşındakine inanman lazım. Ağaç olabilir,
kamış olabilir, enstrüman olabilir… Fare bile olabilir, ona inanırsan o seni
ısırmaz! Her şeye güven vermek gerekiyor. Ve o güveni de kazanmak zorundasın
aynı zamanda. Her şey karşıtıyla var olduğu gibi karşılıklı olarak da var.
Sanatçı var iyi üfleyemiyor, eksikleri var, demek ki duduğa güven veremedi!
Duduk ona inanmadı! Gerçek güven, gerçek inanç başka bir şey. İnanmak lazım!
Mesela ben sokakta yürüyorum en saldırgan köpeği bile gider severim. Bakıyorum
hayvan gergin, o ısırmayı öğrenmiş. Ona güven veriyorum, bana güvenirse beni
ısırmaz ki! Ama güvenmezse korkuyor ısırmak istiyor. Her kötülük korkudan
oluyor! Eğer
bir eksik varsa korku var demektir bu alemde! Güvenmiyorlar birbirlerine
demektir!Bağlama olabilir, gitar olabilir, duduk olabilir bütün estrümanların
içinde yüksek enerji var. Göremiyoruz ama o enerjiyi hissedebiliyoruz. İnanmayı
bilmiyoruz neden? Çünkü güvenmiyoruz. Güvenirsin, inanırsın, seversin o zaman
duduk da sana
kendini teslim eder. Bir şeyi bilirsen basittir, bilmiyorsan zordur!
Sizden duduk
dinlerken şöyle bir duyguya kapıldım; bin yılların içinde bir yolculuğa
çıkartıyor bu enstrüman bizi. Sanki on bin yıl öncesinin dünyası ile bugünün ve
geleceğin dünyası arasında bir köprü kuruyor. Bir taraftan acı, bir taraftan
hüzün ama bir taraftan da hesaplaşma. Mistik bir tınısı var ama beni dünyadan
soyutlamıyor, uzaklaştırmıyor aksine bugünün dünyasıyla, insanoğlunun geçmişten
bu yana geçirdiği merhalelerle de bir hesaplaşmaya götürüyor.
Muhakkak. Ben de
ilk dinlediğimde senin yaşadıklarını yaşadım ve zaten bu yüzden de üflemek
istedim. Şimdi duduğu anlamak hem çok zor hem çok basit. Basit çünkü İisan
olmak gerekiyor ve yetiyor. Ama inanmak ve güvenmek… Ustanın duduktan
çıkarttığı ses kalbi titretiyor. Herkes insan neticede. Kötü insan yok bu
dünyada. Herkes güzel insan aslında. Ama nasıl bir eğitim alıyor, nasıl bir
çevrede hangi şartlarda yetişiyor bu çok önemli. İşte bu duduk dinledikleri
anda belli oluyor. İlk dinlediğinde çok zevk alıyor, derinlere gidiyor, o
derinlikte korkup kaçıyor ve bir daha dinlemem diyor, böyle insanlar da var.
Duduğun onlara üflediği duygulardan korkuyorlar! Duduk dinlemek için güç lazım.
Bak bizim Anadolu’ya. Bizim dedelerimizin dedelerine. Beraber yaşadıkları
zamanlara. Duduk dinleyip birlikte yemek yiyip şaraplarını paylaşmışlar. Öyle
yaşamışlar ve bu da bize oradan geçti. Bir Anadolu kültürüdür duduk.
Yine siz duduk
çalarken, şu geçti aklımdan; Şimdi bu sesi dünyaya dinletebilseydim savaşlar
bir anda dururdu… Bu sesi dinleyen insanların savaşması, birbirini öldürmesi,
boğazlaması, katletmesi mümkün değil… İnsani duyguları harekete geçiren, barış
kültürünü çoğaltan bir enstrüman bu…
İnan bana kimse
savaşı sevmiyor ve istemiyor. İnsanlar savaşmak istemiyor. Bu savaş nereden
çıkıyor! Neden insanlar savaşıyorlar, bunun nedenlerinin iyi saptanması lazım!
Peki, son soru
olarak ne sıklıkla konserler veriyorsunuz? İlgi nasıl?
Son bir kaç yıldır
çok sık geliyorum Türkiye’ye. Yoğun ilgi oluyor. Türkiye’de çok güzel bir halk
yaşıyor. Çok seviyorlar duduğu, dinliyorlar ve duduk sanatına çok saygı
duyuyorlar. İçlerinde anlamayanlar, faşistlik yapanlar da çıkıyorlar ama
onların bir önemi yok inanın. İstanbul çok müzikal bir şehir benim için. Burada
çok iyi müzisyenlerle tanıştım hâlâ da tanışıyorum. Duduk sanatına ilginin
giderek da arttığını görmek beni mutlu ediyor.
Friday, February 15, 2013
Veronica Elvis Costello
Lyrics: Veronica
Is it all in that
pretty little head of yours?
What goes on in
that place in the dark?
Well I used to
know a girl and I could have sworn
that her name was
Veronica
Well she used to
have a carefree mind of her own
and a delicate
look in her eye
These days I'm
afraid she's not even sure if her
name is Veronica
Chorus:
Do you suppose,
that waiting hands on eyes,
Veronica has gone
to hide?
and all the time
she laughs at those who shout
her name and steal
her clothes.
Veronica,
Veronica, Veronica
Did the days drag
by? Did the favours wane?
Did he roam down
the town all the while?
did you wake from
your dream, with a wolf at
the door, reaching
out for Veronica
Well it was all of
sixty-five years ago
When the world was
the street where she lived
And a young man
sailed on a ship in the sea
With a picture of
Veronica
On the
"Empress of India "
And as she closed
her eyes upon the world and
picked upon the
bones of last week's news
She spoke his name
out loud again
Chorus:
Do you suppose,
that waiting hands on eyes,
Veronica has gone
to hide?
and all the time
she laughs at those who shout
her name and steal
her clothes.
Veronica,
Veronica, Veronica
Veronica sits in
her favorite chair
She sits very
quiet and still
And they call her
a name that they never get right
and if they don't
then nobody else will
But she used to
have a carefree mind of her own
with a devilish
look in her eye
saying you can
call me anything you like
but my name is
Veronica
Chorus:
Do you suppose,
that waiting hands on eyes,
Veronica has gone
to hide?
and all the time
she laughs at those who shout
her name and steal
her clothes.
Veronica,
Veronica, Veronica
Thursday, February 14, 2013
Tuesday, February 12, 2013
Monday, February 11, 2013
Sattas - Savaş Bitmeli
Özgürlük herkesin her istediğini yapabilmesi değil,herkesin birbirinin hakkına saygı göstermesi demektir...SATTAS buna inanır....
Sunday, February 10, 2013
Saturday, February 9, 2013
Friday, February 8, 2013
Thursday, February 7, 2013
Wednesday, February 6, 2013
Tuesday, February 5, 2013
Sunday, February 3, 2013
Sertab Erener - Lâ'l - Lâ'l and Green Grass
Lay your head my heart used to be
Yatir basini eskiden kalbimin oldugu yere
Hold the earth above me
Dünyayi üstümde tut
Lay down in the green grass
Yesil çimlere uzan
Remember when you loved me
Come closer dont be shy
Yakina gel utanma
Stand beneath a rainy sky
Yagmurlu gökyüzünün altinda ayakta dur
The moon is over the rise
Ay dogmak üzere
Think of me as a train goes by
Clear the thistles and brambles
Deve dikeni ve bögürtlenleri temizle
Whistle Didnt He Ramble
O gezinmedi mi
Now theres a bubble of me
Simdi benim bir balonum var
And its floating in thee
Ve o havada uçuyor
Stand in the shade of me
Gölgemde dur
Things are now made of me
Cisimler simdi benden yapilma
The weather vane will say
Rüzgar gülü söyleyecek
It smells rain today
Bugün yagmur kokuyor
God took the star and she tossed them
Tanri yildizi aldi ve o onalri salladi
Cant tell the birds from the blossoms
Agaçlardaki çiçeklerdeki kuslar anlatamaz
mi
Youll never be free of me
Sen asla benden bagimsiz olmayacaksin
He'll make a tree from me
O benden bir agaç yapacak
Dont say good bye to me
Bana veda etme
Describe the sky to me
Bana gökyüzünü tarif et
And if the sky falls, mark my words
Ve eger
gökyüzü düserse, sözlerimi isaretle
We'll catch mocking birds
Eglenen kuslari yakalayacagiz
Lay your head my heart used to be
Yatir basini eskiden kalbimin oldugu yere
Hold the earth above me
Dünyayi üstümde tut
Lay down in the green grass
Yesil çimlere uzan
Remember when you loved me
Remember when you loved me
Remember when you loved me
Saturday, February 2, 2013
Subscribe to:
Posts (Atom)