Monday, February 18, 2013

Suren Asaduryan Röportajı: “İnsanlık tarihinin ezgisi”



Röportaj: Cansu Fırıncı

Kayısı ağacı yaşlanacak, meyveden kesilecek, tomur kısmının güneş gören kısmı işaretlenecek, kesilip yıllarca kurutulacak sonra tuzlu suda turşu olana kadar bekletilecek. Ardından ağızlık yapmak için buz tutmuş gölge yürünüp buzun kırılan kısımlarından başınu çıkartıp çiftleşen kamışlar bulunacak. Erkek kamış kalın ses vereni, dişi yalazlanıp tiz vereni. Dişi olan kamış kesilip alınacak üst kısmından iki zar alt kısmından bir zar soyulacak, biçim verilip gövdeye oturtulacak. Erkek ağladığında kayısıdan yayılan ses dişi kamıştan yapılan ağızlıktan üflenecek… Suren Asaduryan üflerse ve bu ses dünyaya o anda dinletilebilse, biliyorum ki bütün savaşlar işte o anda kesilecek! İnsanlık tarihini üfleyen bir enstrüman bu. Mistik bir yönü var ama kesinlikle eylemsizliğe değil hesaplaşmaya götüren bir tınısı var. Dünyaca ünlü duduk sanatçısı Suren Asaduryan ile söyleştik.

Dünyanın en önemli duduk sanatçılarından birisiniz. Gözlerinizi kapayıp ilk eğitim almaya başladığınız zamandan başlayalım. Sizden duduk dinleme şansına kavuştuğum ilk gün yüreğimi titretti duduktan yayılan müzik. Büyülendim. Nedir bu insanâşkına?

Ben duduk çalmaya 17 yaşında başladım. Önemli ustalarımızdan çok kısa eğitim aldım. Rahmetli Sofyan’dan örneğin. Ondan sonra da belli bir sistematikle bu enstürümanı çalışmayı, geliştirmeyi, emek vermeyi sürdürdüm. Duduk artık dünyada tanına bir enstrüman. Çok emek verdi ustalarım bu enstümanı geliştirip dünyaya tanıtmak için, Civan Gasparyan gibi. Bu konuda cidden çok emek verdiler. Türkiye’de ben başta gelen sanatçılar içindeyim duduk mevzubahis olduğunda. Türkiye ile duduğu tanıştırdığımı söyleyebilirim. Bu enstüman 1 oktavlık bir enstüraman. Çok entreresan bir enstürman. İnsana çok bağlı bir enstüman. Enstrüman ayrı bir şey müzisyen ayrı bir şey. Bu enstrümanı farklı müzisyenler farklı yöntemlerle çalıyorlar. Bir söz var; ne yediğin önemli değil, kimle birlikte yediğin önemli! Duduk çaldığınız zaman dinleyici çok önemli. Tabiî ki müzisyen olmak çok önemli. Sen ne kadar müzisyensen, dinleyiciye ne kadar sunabiliyorsan duduk sanatını o kadar etkileyici oluyor sonuçta. Duduk sanatı derin bir sanat. Dudukçu derinden üflemek zorunda. Duduk sanatçısının çok profesyonel olması gerekiyor. Duduk çalması çok zor bir enstrüman. Bu nedenle de duduk sanatçısının çok profesyonel olması lazım ki dinleyiciye iyi müzik ikram edecek, ruh verecek, zevk verecek, anlatacak hayatın, insanın tarihini. Duduk erkek ruhuna çok yakın. Erkekler aslında zor ağlıyorlar, duduk çalındığında çıkan ses erkekler ağladıklarında çıkan sestir. Dudukçunun bunları bilerek üflemesi lazım. Duduğu insanlara dinletip ikram edebilmek için dudukçunun bu kültüre sahip olması gerek. Böyle bir enstrüman duduk, 1 oktavlık basit bir enstrüman aslında.

Peki, duduk nasıl yapılıyor, hangi ağaçtan, hangi yöntemle?

Kayısı ağacından yapılıyor, ağızlığıysa kamıştan yapılıyor. Kayısı ağacının çok çeşitleri var. Duduk yapılacak kayısı ağacı nasıl seçiliyor, diyeceksiniz. Bekleyeceksiniz ki ağaç yaşlanacak, artık meyve vermeyecek. O zaman kesiliyor ağaç. Kesileceği zaman duduk yapan sanatçı gidiyor ağaç daha kesilmeden tomur tarafını tespit ediyor hangi taraf daha çok güneşe bakıyorsa o tarafı işaretleyor onsan sonra kesiyorlar. Kesildikten sonra atıyorlar çatıya ağaç senelerce kuruyor. Kuruduktan sonra indirip marangoze veriyorlar, kesip o tarafını alıyorlar atıyorlar tuzlu suya. Uzun süre bekliyor tuzlu suda turşu gibi oluyor. Sonra tekrar kurutup tornadan geçiriyorlar. Sonra deliklerini açıp duduk yapıyorlar. Sonra tekrar suya atıp çeviriyorlar. Çünkü acı-ağır tarafıyla hafif tarafı var. Hangi tarafı ağır ve sertse o tarafı suyun altında kalıyor, hafif ve yumuşak tarafı üstte kalıyor. İki kısım arasından bir çizgi çizip delikleri açıyoruz güneşe bakan taraftan. Akordu yapıldıktan sonra da sonra da kamışı seçip ağızlığını yapıyorsunuz, üflemeye başlıyorsunuz.

İsminin bir hikâyesi var mı?

İsmine gelince, üflemesi zor bir enstrüman, pek çok insan deniyor çalamayıp kötü sesler çıkarınca da komik duruma düşüyor, komik manasında duduk deniyor. Ama duduk gerçek bir ustanın elinde gerçek bir enstrümana dönüşüyor. Az bilen, yeteneksiz kişilerin eline düşünce de duduk oluyor düdük! Dudukla her şey çalınabilir. Dudukla hem ağlatırsın hem oynatırsın. Duduğun ezgileri çok güçlü. Dudukla çok “ağır” insanları bile oynatabiliyorsun. Hayatı yaşamayı seven insan duduk dinliyor. Hayatı görmek, tanımak isteyen insan duduk dinliyor. Görmüş geçirmiş insanlar duduktan anlar, görmemiş insanlarsa duduktan tat alamaz.

Bu dünya öyle bir dünya ki bir kişiye başka bir şey veriyor, bir kişiye başka bir şey veriyor. Ama zaman geliyor bu iki kişi birlikte duduk dinliyor, o zaman kimin neyi ne kadar bildiği de ortaya çıkıyor! Kim ne kadar kültürlü! Kim yaşamı ne kadar derin yaşadı! Halk duduk dinlediğinde hemen neler yaşadığı anlaşılıyor. Zaten insanın bütün hayvanlardan bir tek farkı var, insan anlıyor. Eğer bir insan anlamsız bir insansa, anlamıyorsa benim için hayvandan daha hayvandır. Ama insan anlıyorsa, kültürlüyse, etik sahibiyse, gerçekten kalbiyle, beyniyle dinliyorsa duduk onun için çok güzel üflüyor. Anlamsız insan için de iyi çalabiliyor duduk çünkü onunla mücadele ediyor, kavga veriyor duduk. Dedim ya duduk derin bir sanat, dudukçu bilmek, filozof olmak, hayatı derinlemesine yaşayan bir sanatçı olmak zorunda. Profesyonel olmak, müzisyen olmak istiyor. Dudukçunun bütün yolları bilmesi lazım, transpozeler bilmesi lazım, arpej bilmesi lazım, gamalar, bütün major minör, tonlardan üfleyebilmesi lazım. İşte o zaman o dudukçu gerçek dudukçu oluyor. Birkaç parçayı çalabilmekle dudukçu olunmuyor! Duduk sana tarihi anlatıyor, insanlık tarihini! Her melodiyle insanlık tarihinin bir yönünü yansıtıyor. Duduk zor bir enstrüman ama iyi dudukçunun, iyi müzisyenin elinde ve iyi dinleyicinin yanında parlıyor. Çiçek gibi açıyor ve herkese herşeyi ikram ediyor.

Sezdiğim kadarıyla söyleyebilirim şu kadarını; sanatçı duduğunu seçtiği kadar duduk da sanatçısını seçiyor sanırım, her duduk her üfleyende aynı sesi vermiyor?

Öyle bir şey ki insan her şey… Sanatçıya inanç lazım. İnsana inanacak. Gerçek inanç istiyor insana. Her şeyin içinde enerji vardır. İnanınırsan o enerjiyi alırsın, inanırsan o enerjiyi yayarsın da. Kendine ve karşındakine inanman lazım. Ağaç olabilir, kamış olabilir, enstrüman olabilir… Fare bile olabilir, ona inanırsan o seni ısırmaz! Her şeye güven vermek gerekiyor. Ve o güveni de kazanmak zorundasın aynı zamanda. Her şey karşıtıyla var olduğu gibi karşılıklı olarak da var. Sanatçı var iyi üfleyemiyor, eksikleri var, demek ki duduğa güven veremedi! Duduk ona inanmadı! Gerçek güven, gerçek inanç başka bir şey. İnanmak lazım! Mesela ben sokakta yürüyorum en saldırgan köpeği bile gider severim. Bakıyorum hayvan gergin, o ısırmayı öğrenmiş. Ona güven veriyorum, bana güvenirse beni ısırmaz ki! Ama güvenmezse korkuyor ısırmak istiyor. Her kötülük korkudan oluyor! Eğer bir eksik varsa korku var demektir bu alemde! Güvenmiyorlar birbirlerine demektir!Bağlama olabilir, gitar olabilir, duduk olabilir bütün estrümanların içinde yüksek enerji var. Göremiyoruz ama o enerjiyi hissedebiliyoruz. İnanmayı bilmiyoruz neden? Çünkü güvenmiyoruz. Güvenirsin, inanırsın, seversin o zaman duduk da sana kendini teslim eder. Bir şeyi bilirsen basittir, bilmiyorsan zordur!

Sizden duduk dinlerken şöyle bir duyguya kapıldım; bin yılların içinde bir yolculuğa çıkartıyor bu enstrüman bizi. Sanki on bin yıl öncesinin dünyası ile bugünün ve geleceğin dünyası arasında bir köprü kuruyor. Bir taraftan acı, bir taraftan hüzün ama bir taraftan da hesaplaşma. Mistik bir tınısı var ama beni dünyadan soyutlamıyor, uzaklaştırmıyor aksine bugünün dünyasıyla, insanoğlunun geçmişten bu yana geçirdiği merhalelerle de bir hesaplaşmaya götürüyor.

Muhakkak. Ben de ilk dinlediğimde senin yaşadıklarını yaşadım ve zaten bu yüzden de üflemek istedim. Şimdi duduğu anlamak hem çok zor hem çok basit. Basit çünkü İisan olmak gerekiyor ve yetiyor. Ama inanmak ve güvenmek… Ustanın duduktan çıkarttığı ses kalbi titretiyor. Herkes insan neticede. Kötü insan yok bu dünyada. Herkes güzel insan aslında. Ama nasıl bir eğitim alıyor, nasıl bir çevrede hangi şartlarda yetişiyor bu çok önemli. İşte bu duduk dinledikleri anda belli oluyor. İlk dinlediğinde çok zevk alıyor, derinlere gidiyor, o derinlikte korkup kaçıyor ve bir daha dinlemem diyor, böyle insanlar da var. Duduğun onlara üflediği duygulardan korkuyorlar! Duduk dinlemek için güç lazım. Bak bizim Anadolu’ya. Bizim dedelerimizin dedelerine. Beraber yaşadıkları zamanlara. Duduk dinleyip birlikte yemek yiyip şaraplarını paylaşmışlar. Öyle yaşamışlar ve bu da bize oradan geçti. Bir Anadolu kültürüdür duduk.

Yine siz duduk çalarken, şu geçti aklımdan; Şimdi bu sesi dünyaya dinletebilseydim savaşlar bir anda dururdu… Bu sesi dinleyen insanların savaşması, birbirini öldürmesi, boğazlaması, katletmesi mümkün değil… İnsani duyguları harekete geçiren, barış kültürünü çoğaltan bir enstrüman bu…

İnan bana kimse savaşı sevmiyor ve istemiyor. İnsanlar savaşmak istemiyor. Bu savaş nereden çıkıyor! Neden insanlar savaşıyorlar, bunun nedenlerinin iyi saptanması lazım!

Peki, son soru olarak ne sıklıkla konserler veriyorsunuz? İlgi nasıl?

Son bir kaç yıldır çok sık geliyorum Türkiye’ye. Yoğun ilgi oluyor. Türkiye’de çok güzel bir halk yaşıyor. Çok seviyorlar duduğu, dinliyorlar ve duduk sanatına çok saygı duyuyorlar. İçlerinde anlamayanlar, faşistlik yapanlar da çıkıyorlar ama onların bir önemi yok inanın. İstanbul çok müzikal bir şehir benim için. Burada çok iyi müzisyenlerle tanıştım hâlâ da tanışıyorum. Duduk sanatına ilginin giderek da arttığını görmek beni mutlu ediyor.