Tuesday, July 24, 2012

Muhalif olmak her zaman iyidir

Muhalif olmak her zaman iyidir‘DEVLETİN BİZİ DESTEKLEMESİ DEMEK BİZİ KENDİ İÇİNDE ERİTMESİ DEMEKTİR’ DİYEN FUAT SAKA:
Muhalif olmak her zaman iyidir

EBRU ÖZKAN

Yasaklı yılların, baskıların, sansürün canlı tanıklarından biri Fuat Saka. Şarkılarının sansüre takıldığı ve hâlâ üzerinde ‘Söylenemez’ anlamı taşıyan damgaların vurulu olduğu şarkıların sahibi o. Anlattığı her şey gerek müzikal açıdan, gerek siyasal açıdan bir tarihin de adı aynı zamanda. Bugün yaşanan baskı politikalarının birçoğunu deneyim ve tecrübelerine dayanarak soğukkanlılıkla anlatıyor. Fakat eklemeyi unutmuyor elbet: Bugün Karadeniz’in üzerindeki rant kavgalarına, HES’lere, sanattaki sansüre kadar bir çok olayın yaşanmasının iktidarın zihniyetine göre ‘meşru’ olduğunu fakat bunun karşısında da her zaman bir alternatifin olduğunu ekleyerek sohbetiyle umudumuzu büyütüyor…

»Geçtiğimiz günlerde Kalan Müzik Karadeniz Gecesi düzenledi ve sizde orada sahne aldınız. Yıllarca Karadeniz müziğine emek vermiş bir isim olarak Karadeniz müziğinin gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yalnızca Karadeniz müziği açısında değil de müziğin geleceğini konuşmak gerekiyor. 90’lı yılların ortasından itibaren Karadeniz’e bir nefes geldi. Gençler artık yavaş yavaş ciddi, doğru ve düzgün müzik yapmaya çalışıyor. Ama tabi hepimizin daha çok uzun yolu var. Eğer yapılan iş ciddiye alınırsa gelecek için çok güzel bir alt yapı oluşturulabilir. Şu anda biz sadece rötuşlar yapıyoruz diyelim. Bugün açısından daha çok geleneği kullanıyoruz. Geleneği kullanan o kadar çok müzisyen var ki o da bir yerde bitiyor çünkü Karadeniz’in o kadar büyük geleneksel bir arşivi yok.

Günümüzde neler yapmalıyız dersek bugünü tarif eden şarkılar yapmak zorundayız. Mesela bundan yüz yıl sonra bizde bir gelenek olabiliriz. Doğru, temiz, yaşadığı dünyaya ilgi duyan sorunlarıyla uğraşan, insanı seven ona değer veren, onları yaşadıkları dünyayla buluşturan, estetiği iyi uygulayan müzikte, özellikle Karadeniz müziğinde –çünkü insanlar beni böyle tanır- böyle olursa daha iyi işler ortaya çıkar. Buna her müzisyen görev bilinciyle yaklaşmalıdır diye düşünüyorum.
 
‘İNSANLARI SİLAHLARLA KORKUTUYORLAR’
»Bir Karadenizli olarak HES’leri sormadan geçmek olmaz. Aslında Karadeniz’in başı bugün HES’lerle olduğu kadar geçmişte de Çernobil faciasıyla dertteydi. Kazım Koyuncu Çernobil faciası sebebiyle yaşamını yitirdi. Bugünde Karadeniz halkı HES’lere kurban edilmeye çalışılıyor. Bu soruna karşı mücadelede nasıl bir hat izlenmesi gerekiyor sizce?

Pratik açsından çok büyük eylemlerine katılamadım ama her zaman desteğimi sundum. Karadeniz’de yaşayan insanlar bu soruna karşı mücadele edip bir örgütlülük yaratmaya çalışıyor ve ben de onlara omuz vermeye çalışıyorum. Tabi ki bu yaraya parmak basmak gerekiyor ve müdahale etmek gerekiyor.

Sermaye o kadar acımasız davranıyor ki insanları korkutuyor, ürkütüyor. Hal böyle olunca insanlar müdahale yöntemlerini şaşırıyor. Kimse kavga dövüş istemiyor. Elbette ki kavga dövüş istemiyoruz ama görüyoruz ki söylemleri biraz daha sertleştirdiğin zaman hakkını alabiliyorsun.  Ama insanları korkutuyorlar, sindiriyorlar, mahkemelerde süründürüyorlar, hatta HES’lere karşı çıkan bazı mühendisleri silahlarıyla korkuttuklarını bile duyduk, geliyor kulağımıza bunlar. Bu ülkede eskiden de böyleydi halen böyle. Yani laftan anlamazsanız sonunuz budur demeye getiriyorlar.  HES’ler konusunda bir sürü mahkeme kararı var ve bu mahkeme kararını hiçe sayan aç gözlü kapitalizmin bölgede ve halk üzerine yarattığı tahribatı bizatihi gördüm. Karadeniz’i perişan etmişler; suları kesmişler, köylüler orada şimdi aç, yoksul ve topraklarını satıyor. Karadeniz’in toprağı da suyu da bir yaşam iksiridir. Sadece Karadeniz’in değil Anadolu’nun belli başlı oksijen depolarından biridir Karadeniz.  Derelerin suyunu, balıkların yaşam alanlarını bitkileri hepsini yok edecekler. 
 
NEDEN HES’LERE KARŞI ÇIKMAK GEREKİYOR?
Bu ülkede yenilenebilir enerjiyle üretim yapmak mümkün. Mesela güneş, rüzgâr enerjisinden yararlanarak enerji üretmek mümkün. Ege’de birçok yerde rüzgâr enerjisi kullanılıyor. Demek ki bu yapılabiliyor. Bu arada bilinen bir konuyu daha tekrar etmek de fayda var. HES’lerin oradaki enerji ihtiyacının yalnızca yüzde 3- yüzde 4 gibi bir kısmını karşılayacağı biliniyor.  O zaman neden HES yapıyorsunuz diye sormak lazım. Cevabı net; çünkü orada başka bir rant var.
 
»Hazır HES’ler konusundan gitmişken şunu sormak istiyorum: Düşünsel anlamda hem HES’lere hem de her türlü baskı ve katliamcı politikalara karşı çıktığınız gibi sanatsal açıdan da sesinizle sözünüzle destek veriyorsunuz. Sazın sözün bir eylem biçimine dönüşmesi, gerek özelde gerek genelde nasıl bir  ‘getirisi’ olabilir?

Sanatsal açıdan baktığımızda bu doğrudan sanatçının kendisiyle alakalı bir durum. İnsana, çevreye ve yaşama dair kaygıları varsa eğer fayda sağlayabilir. Ben de elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum. Şarkılarımla, sözlerimle dokunmaya çalışıyorum. Tabi ki sanatçının görevi yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı olmak, yaralarına parmak basmak, onlara geçmişini hatırlatmaktır. Sanatçı da bunu sazıyla sözüyle görünür kılacaktır. Ben ve benim gibi şarkılarıyla hayata dokunmaya çalışan insanları medya görmediği için de dar bir çevrede kalabiliyor.  Ama durum böyle dahi olsa yılgınlıktan yana değil aksine daha da öğreticiliği olan doğru işler yapmak gerekecektir.
 
‘YASAKLARLA GELENEĞİ YOK EDEMEZSİNİZ’
»Bildiğiniz gibi Şevval Sam geçtiğimiz günlerde Van’daki bir konserindeki konuşmasından dolayı sansüre uğradı ve üst üste konserleri iptal edildi. Şevval Sam, bu sansür furyasının son örneği olarak karşımızda duruyor. İktidarın ve iktidar yandaşlarının son zamanlarda özellikle sanat ve sanatçılar üzerindeki bu baskı ve sindirme politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanat yapmanın bir önemi yoktur diyen bir zihniyetin başka türlü davranması söz konusu olamaz ki. Tepe de bir iktidar, bir yönetim varsa onun düşüncesi neyi gerektiriyorsa onu yapar. Bu kendi açısından ‘meşru’ olandır. Siz ne yaparsınız? Siz de yapılmak istenilenin karşında durup alternatif bir şey geliştirirsiniz. Hem ne yapılmayacağını hem de nasıl yapılacağını gösterirsiniz. Sazımızla, gitarımızla, sözümüzle sert, kararlı ve uyarıcı olmak zorundayız.

Yasaklar meselesine gelince bu durum bu ülkede ne ilk ne de son. Benim yasaklarımı bile saysak uzar gider. Biliyorsunuz 1990’lara kadar benim şarkılarım yasaktı bu ülkede. Bu yasaklar sorunu onlar açısından çözüyor gibi görünse de çözmez, neden çözemez: Eğer sizin ürettiğiniz herhangi bir kültürel ve sanatsal çalışma yoksa yasaklarla siz bir şeyler üretmiş olmazsınız. Bir defa bir alt yapının olması lazım. Alt yapı da öyle bugün yasaklıyım yarın ben başka bir şey yapayım demekle olmaz. 20-30 yılda siz bambaşka bir şey inşa edemezsiniz.

Belki bir şeyde es geçiliyor; bazen yasaklar insanları kamçılar bunu unutmamak lazım. Dünyanın hiçbir yerinde bu tip uygulamalar hiçbir sanatsal ve kültürel geleneği yok edememiştir. Buna cuntalar, faşist yönetimler hepsi dâhildir. Bir Hitler geçmişte Almanya’nın geleneksel şarkılarını yok etmeye çalışmış, kütüphaneleri yakmış, notaları yakmış; İspanya’da Franko denemiş aynısını bir türlü başarılı olamamış. Elbette ki baskı kurulmuş, insanları katletmişler, cezaevlerine atmışlar. Bu totaliter rejimlerin olduğu ülkelerin hepsinde var. Bizde de olacak gayet tabi. Ben ve benim gibi sanatçılar özellikle, iktidarlarla paralel hareket etmeyiz. Muhalif bir kimliğimiz var. İktidar değişse ne olacak değişmese ne olacak. Bu bir devlet politikasıdır ve sadece Türkiye’ye özgü değildir. Yasaklanırsınız elbette eğer yasaklayamazlarsa piyasada gözükmenize müsaade etmezler. Ama fark etmiyor bizim için; biz 10 kişi 20 kişi bir araya gelip müzik yapabiliyoruz yine de.

»Müziğin dünü ve bugününü ve evrenselliğini konuşuyoruz fakat hâlâ bu ülkede anadilde şarkı söylemek bir mesele olarak duruyor karşımızda. Lazca, Rumca, Kürtçe türküler söylemenin bir ‘tehdit unsuru’ olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden öte ben hangi dilde söylemek istersem şarkıyı söyleyebilmeliyim. İngilizce ya da Fransızca söylemek istersem söyleyebilmeliyim. Biz Eurovizyon’da İngilizce şarkı söylediğimiz zaman birincilik ya da derece alıyoruz ama bir Karadenizli Rumca şarkı söylediği zaman hemen bölücü oluyor. Benim söylediğim bir şarkı vardı: Çıkma sevdiğim çıkma portakal ağacına, düşüp de öleceksin dayanamam acına diye. Portakal ağacına çıkıp da ölen hiç kimse yok. O kadar sakınıyor ki sevdiğini portakal ağacına bile çıkma düşersin dayanamam acına diyor. Bunun Rumcası da aynı değişen bir şey yok. Rumcasında politik istemler, siyasi istemler işte sınırlar çizilsin Pontus Rum İmparatorluğu kurulsun denilmiyor. Aynı şey Kürtlerin başında aynı şey Ermenilerin başında. Bu ülkede bu insanlara bu kadar kin duygusu aşılanmış işte.  Onlar halk şarkılarıdır ve Anadolu’da birçoğu iç içe geçmiştir.

İnsanların anadilinde şarkı söylemeleri güzel bir şeydir. İnsan en çok anadilinde söylediği şarkıları hissederek söyleyebilir. Anadilde şarkı söylemek herkesin hakkıdır. Her kültürün geliştirdiği bir dil vardır ve o dili yok etmemek lazım. Çok renklilik tek renklilikten çok çok daha güzeldir. Tek renk hiçbir şey ifade etmez. Naziler bunu denediler beceremediler görüyorsunuz işte.

KARADENİZ’DE RANT KAVGASI VAR

Fuat Saka, Trabzon Akyazı’da denize girilen son alanın Trabzonspor’a saha yapılacak gerekçesiyle doldurulduğunu ve yine aynı bölgede Amerika’nın bir hastane inşa edeceğini fakat asıl amacın askeri liman yapmak olduğunu iddia ederek Karadeniz’in rant alanı haline getirildiğini vurguladı:

Trabzonspor’a saha yapılacak diye Trabzon Akyazı’da –ki şu an var olan sahaları kendilerine yetiyor da artıyor bile- dönemin iktidarı orada denize girilen son yeri de saha yapılacak diye doldurmaya başladılar. Mimarlar odası oranın doldurulmasını mahkeme kararıyla durdurdu ama ona rağmen devam ettiler. İnanılmaz bir alanı doldurdular. Bir de yalnızca bir futbol sahası yapılacak diye aktarılıyor Trabzonspor sevilen bir takım ya orada.  Ayrıca şöyle bir duyumumuz var bizim: Amerikalılar Trabzon’da bin kişilik bir hastane kuruyorlar; hastane şu anda boş. O hastaneyi niye kurdular diye sorgulamaları lazım Trabzonluların. Duyumlarımız şöyle ki Amerikalılar orada büyük bir askeri liman yapacaklar.  Niye yaparlar bunu: üs yapacaklar. Ne için yapacaklar bunu: Olası bir İran savaşı ya da Kafkasya savaşı için. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz bizim kulağımıza geldi bu Trabzonluların bilmesi gerekiyor bunu. Orada amaç Trabzonspor’a saha yapmak değil büyük ihtimalle üs yapmak.  Bir de alışveriş merkezi yapacaklar oraya. Zaten bir sürü alışveriş merkezi var daha ne gerek var böyle bir şeye. Hepsi rant peşinde çünkü.

‘Türkü söylemek bir yaşam biçimidir’

»Türkiye tarihinin birçok acı dolu dönemlerine şahitlik etmiş bir sanatçı olan Fuat Saka, Türkiye tarihindeki tüm acı dolu yıllara rağmen hâlâ umutlu olduğunu ve bu yüzden türküler söylemeye devam ettiğini ifade ediyor:

Bir kültürel değişimin olması ve geleneğin yaşayabilmesi için bizim iyi ve doğru insanlara ihtiyacımız var. Ama baktığımız vakit 80 sonrası gençlik apolitik hale getirilmiş, şarkılarıyla, türküleriyle, tiyatrosuyla… Sistem her şeyi öyle güzel organize etmiş ki… Ancak 1990’ların sonuna doğru Unkapanı’nda bir ya da iki tane müzik yapımcısının katkısıyla türküler sevdirilmeye başlamış. 1980’de doğan yani o dönemde genç olanlara kendi geleneklerini hatırlatmaya başlamışlar ama içinde yaşanılan dünyanın gerektirdiği biçimde olmuş bu da.   Mesela bazıları geleneği batının enstrümanlarıyla devam ettirmiş, bazıları türküleri cazla birleştirmiş vs. Hatta operacılar bile türkü söylüyordu. Bunlar güzel şeyler elbette kültürel açıdan çok zengin olan Anadolu’nun küçücük örnekleri bunlar.  Bana sorarsanız sanatsal açıdan hiç de ümitsiz bir durum yok; insanlar türkü dinliyorlar. Yeter ki kaliteli işler yapılsın. İnsanlar aptal yerine konulmasın. İnsanları bu ülkede aptal yerine koyan o kadar çok popçu var ki. Nerdeyse hakarete varan sözler yazılıyor ama insanlar sözleri dinlemiyorlar bile. Bu hale getirilmiş bu toplum.

Bütün bunlara rağmen başka bir kesim var ki onlar bizi seviyorlar. Çünkü biz onlara değer veriyoruz onlar da bunu hissediyorlar. Biz onlara geldikleri yerin, kendi geçmişlerinin, geleneklerinin türkülerini söylüyoruz. Çünkü türkü söylemek yaşam biçimlerini en iyi anlatan şeylerdir. Bu nedenle ben o kadar umutsuz değilim, umutsuz olsam bırakırım yapmam bu işi. İşin politik kısmını zaten söyledik. Devletin bizi desteklemesi filan bunlar söz konusu olamaz. Bizi desteklemesi demek zaten bizi kendi içinde eritmesi demektir. Bu yüzden muhalif olmak lazım ve muhalif olmak her zaman iyidir.